Bu özelliğinden dolayıdır ki, insan diğer varlıkların yüklenemediği ağır bir vazifeyi yüklenebilmiştir. “Biz emaneti göklere, yeryüzüne ve dağlara sunduk, ama onlar yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular; İnsan onu yüklendi. Şüphesiz insan çok zalim ve çok cahildir.”
Ancak insanlar, irade sahibi özgür varlıklar oldukları için her zaman Allah’a itaat yolunu seçmemektedirler ve dolayısıyla herkes bu emaneti taşıyamamaktadır. Bu sebeple, bu emanetin yerde kalmaması için insan yeryüzünde bulunduğu sürece onu taşıyabilecek, Allah’a karşı isyan etme zulmü ve cehaletine düşmemiş kamil bir insanın var olması ve insanlara yaratılış gayeleri olan “yalnızca Allah’a ibadet” etmeleri noktasında kılavuzluk etmesi gereklidir. İşte okuyacağınız “yeryüzünün asla hüccetsiz kalmayacağına” dair bize ulaşan hadislerdeki sır da budur.
Kerram’dan: İmam Cafer Sadık aleyhi’s-selâm şöyle buyurdu: “Eğer yeryüzünde sadece iki kişi bile kalmış olsaydı, birisi mutlaka İmam olurdu.” Yine buyurdu ki: “Kimse, Allah Teala kendisini hüccetsiz bıraktı diye itiraz edemesin diye en son ölecek olan İmamdır.” el-Kafi, c. 1, s. 138
Ebu Herase’den: Muhammed Bâkır aleyhi’s-selâm şöyle buyurdu: “Eğer İmam yeryüzünden bir saat çekilse, tıpkı denizin ehlini boğduğu gibi yeryüzü kendi ehlini yutar.” el-Kafi, c. 1 s. 137
Aynı hadisi Şeyh Saduk “Kemal ud Din” c. 1, s. 203’de başka bir tarikle Ebu Herase’den nakleder. Yalnız burada “saat” kelimesi geçmez.
Ebu Hamza’dan: İmam Muhammed Bâkır şöyle buyurdu: “Allah’a ant olsun ki, Adem aleyhi’s-selâm olduğu günden beri Allah, yeryüzünü Allah’a hidayet eden bir İmamsız ve kullarını da hüccetsiz bırakmamıştır. Allah’ın, kullarına hücceti olan İmam olmazsa, yeryüzü baki kalmaz.” el-Kafi, c. 1, s. 137:
Ebu Mahmud; İmam Rıza’ın şöyle buyurduğunu nakleder: “Biz Allah’ın mahlukat arasındaki hüccetleri, kulların halifeleri ve sırrının eminleriyiz. Takva kelimesi ve sağlam kulp biziz. Bizler Allah’ın şahitleri ve insanlar arasındaki bayraklarıyız. Allah, gökleri ve yeri zail olmaktan korumak için, bizi vesile kılmıştır. Bizim vesilemizle yağmur yağdırır ve rahmet dağıtır. Yeryüzü açık veya gizli bir imamdan mahrum kalmaz. Eğer yeryüzünde bir gün dahi hüccet olmazsa, kendi ehlini tıpkı denizin yok etmesi gibi yok eder.” Kemal-ud Din, c. 1 s. 202
“Keşf-ul Gumme fi Marifet-il Eimme” kitabında Ali b. İsa b. Ebu-l Feth-i Erbili, Sünni alimlerinden olan Hafız Abdulaziz b. Ahzar Cenabezi’nin “Maalim-ul İtre” kitabından naklen İmam Rıza aleyhi’s-selâm ’dan, o da babalarından, Emir-ül Mü’minin aleyhi’s-selâm ’ın şöyle buyurduğunu kaydeder: Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih yüce Allah’ın “O gün bütün insanları İmamlarıyla çağıracağız” sözü hakkında şöyle buyurdu: “Her kavim kendi zamanının İmamı, Rabbinin kitabı ve Peygamberinin sünneti ile çağırılacaktır.” İsbat-ul Hüdat, c. 1, s. 137:
Hz. Mehdi (a.s) ile ilgili Hadislerin Ehl-i Sünnet Nezdinde Mütevatir Oluşu:
Mehdi aleyhi’s-selâm ile ilgili hadislerin sayısı o kadar fazladır ki iki İslami fırkanın naklettiği hadisler içerisinde çok az konu bu hadde ulaşmıştır. Şiilerde Peygamber salla’llâhu aleyhi ve alih ve Ehl-i Beyt imamlarının hepsinden Mehdi aleyhi’s-selâm hakkında hadisler varit olmuştur.
Ehl-i Sünnet’in de Resulullah salla’llâhu aleyhi ve alih ’ten bu konuda naklettikleri hadisler mütevatir olup, onların ileri gelenlerinin büyük bir bölümü de buna tanıklık etmişlerdir.
Hafız Eskalani “et-Tehzib” c. 9, s. 144’de (Haydar Abad bas.) der ki: “Mehdi ve onun Ehl-i Beyt’ten olduğu yedi yıl hükümet edeceği, yeryüzünü adaletle dolduracağı, Hz. İsa’nın onunla birlikte zuhur edeceği, Deccal’ı öldüreceği, ümmete imamet edeceği ve İsa’nın onun arkasında namaz kılacağına dair Mustafa salla’llâhu aleyhi ve alih ’ten naklolunan hadisler, ravilerinin sayısının çokluğundan mütevatir ve müstefizdir.”
Bunu Suyuti de “el-Havi li-l Fetava” kitabında aynen nakleder.
İbn-i Hacer-i Heysemi, “Es Savaik”, s. 165 (Mısır bas.) der ki: Ebu Hüseyn-i Acuri şöyle der: Mehdi’nin zuhuru, Ehl-i Beyt’ten olduğu, yeryüzünü adaletle dolduracağı, İsa aleyhi’s-selâm’la birlikte zuhur edeceği ve Filistin topraklarında ki “Bab-ı Led” de Deccal’ı öldürmek için ona yardım edeceği, ümmete imamet edeceği ve İsa aleyhi’s-selâm’ın da onun arkasında namaz kılacağına dair Mustafa salla’llâhu aleyhi ve alih ’ten naklolunan hadisler, ravilerinin sayısının çokluğundan mütevatir ve müstefizdir.”
Şeblenci “Nur-ul Ebsar”, s. 171’de (Mısır Şa’biyye bas.) der ki: “Mehdi’nin Ehl-i Beyt’ten olduğu ve yeryüzünü adaletle dolduracağına dair Peygamber salla’llâhu aleyhi ve alih ’ten naklolunan rivayetler mütevatirdir ve Deccal’ı öldürmek için İsa’ya yardım edeceğini bildiren hadisler de mütevatirdir.”
Mısırlı Şeyh Muhammed-i Hanefi “İthaf-u Ehl-il İslam” (el yazma) adlı kitabında der ki: “Mehdinin zuhur edeceğine dair, Peygamber salla’llâhu aleyhi ve alih ’ten naklolunan hadisler mütevatirdir.”
Araştırmacı Muhammed b. Resul Berzenci “el-İşaatu li Eşrat-is Sae” (s. 87, Mısır bas.) adlı kitabında der ki: “Muhammed b. Hasan Esfevi “Menakıb-ı Şafii” adlı kitabında şöyle der: Mehdi ve onun Peygamber’in Ehl-i Beyt’inden olduğuna dair Resulullah’tan naklolunan rivayetler mütevatirdir.”
Şeyh Muhammed Sabban “İs’afur Rağıbin s.140’da (Mısır bas.) der ki: “Mehdi’nin zuhuru, Ehl-i Beyt’ten olduğu, yeryüzünü adaletle dolduracağı ve Filistin’deki “Bab-ı Led”de Deccal’ı öldürmek için İsa’ya yardım edeceği, ümmete imam olup İsa’nın onun arkasında namaz kılacağına dair Peygamber salla’llâhu aleyhi ve alih ’ten ulaşan hadisler mütevatirdir.”
Süveydi “Sebaik-uz Zeheb” s.78’de (Mısır bas.) der ki: “Alimlerin üzerinde ittifak ettikleri şey şudur ki, Mehdi ahir zamanda kıyam edecektir ve yeryüzünü adaletle dolduracaktır.”
HUCCET
"İleri sürülen bir görüşün doğruluğuna delâlet eden, onu kuvvetlendiren şey" Bu şey aynı zamanda iki zıt şeyden birisinin geçerliliğini de gerekli kılar. "Delil" ile aynı anlamı taşıdığı da söylenir (Cürcânî, Ta'rifât, s. 82; Isfahânî, Müfredât, s. 155).
Bununla birlikte huccet, kullanıldığı ilim dalına göre farklı anlamlar ifade eder. Fıkıhtaki huccet ile, hadis ilmindeki huccet oldukça farklı ıstılâhî anlamlar taşırlar. Aynı şekilde bazı itikâdî fırkalar arasında da, meselâ, İsmâiliyye, Bâtıniyye ve İmamiyye'de huccet daha farklı şeyler ifâde eder. Ama bütün bunlarda ortak olan husus, hepsinin de genel olarak sözlük anlamını korumasıdır.
Kur'ân-ı Kerîm'de bu kelime huccet kalıbının dışında, "hâce", "hâcec" ve "hâcce" gibi benzer kalıplarda toplam olarak otuz üç yerde geçmektedir. Bunlardan onüçünde İsIâm'ın beş esasından birisi olan "Hac" ibâdeti (el-Bakara, 2/89, 196 ve 197) bir yerde de; "yıl" anlamında kullanılmıştır (el-Kasas, 28/27) Bu sonuncuların konumuzla fazla ilgisi yoktur.
Geriye kalan 19 yerden 11'inde daha çok "hâce" ve "hâcec" kalıplarında "tartışma" ve "delil getirme" anlamlarında kullanılmıştır. Bu anlamlar için şu âyetler örnek verilebilir:
"Milleti onunla (Hz. İbrahim) tartışmaya girişti. "Beni doğru yola eriştirmişken, Allah hakkında benimle mi tartışıyorsunuz? O'na ortak koştuklarınızdan korkmuyorum; meğer ki, Rabbim bir şeyi dilemiş ola. Rabbim ilimce her şeyi kuşatmıştır; hâlâ ögüt kabul etmez misiniz?" dedi" (el-En'âm, 6/80).
"Ateşin içinde birbirleriyle tartışırlarken; güçsüzler, büyüklük taslayanlara "Doğrusu biz size uymuştuk, şimdi ateşin bir parçasını olsun, bizden sayabilir misiniz?'' derler" (el-Mü'min, 40/47).
"Ey Kitap ehli, ibrahim hakkında niçin tartışıyorsunuz? Tevrat da, İncil de şüphesiz ondan sonra indirilmiştir. Düşünmezmisiniz? Siz, hadi bilginiz olan şey üzerinde tartışanlarsınız. Ama bilginiz olmayan şey hakkında niçin tartışırsınız? Oysa Allah bilir, sizler bilmezsiniz" (Âli İmrân, 3/65-66) .
Bizzat, "huccet" kalıbının kullanıldığı sekiz yerden birisinde, "tartışma" anlamında (eş-Şûrâ, 42/15), diğer yerlerde ise "delil ve burhan" anlamında kullanılmıştır. Bu anlam için de şu âyetler örnek verilebilir:
"Üstün delil (huccetu'l-bâliğa) Allah'ın delilidir. O dileseydi hepinizi doğru yola eriştirirdi" de" (el-En 'âm, 6/ 149) .
"Bu; İbrahim'e, milletine karşı verdiğimiz huccetimizdir. Dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Doğrusu Rabbin hakîmdir, bilendir" (el-En'âm, 6/83).
(Ayrıca huccetin bu anlamda geçtiği âyetler için bk. el-Bakara, 2/150; en-Nisâ, 4/165; es-Fûrâ, 42/16; el-Câsiye, 45/25).
Şimdi de bu kelimenin çeşitli ilim dallarına göre kullanılışlarını ele alalım:
Fıkıh İlminde Huccet: Fıkıh ilminde huccetin, genel olarak kat'î olsun veya olmasın "delil" anlamında kullanıldığı görülmektedir. Senetlere, vesîkalara, mahkemelerden verilen bir kısım îlâmlara da huccet denilir. Aynı zamanda, baş tarafında hâkimin imzâsı, sonunda da şâhitlerin imzaları bulunup, alış-verişe, nafakaya, vasiyyete, vekâlete, ikrâra, borçlanmaya, kefâlete ve buna benzer şeyler için yazılan vesîkalara da huccet denir. (Ömer Nasûhi Bilmen, Hukûk-ı İslâmiyye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye Kamusu, İstanbul, t.y, VIII, 119).
Eskiden bir hükmü ihtivâ etsin veya etmesin hâkim tarafından hukûkî bir hâdiseye dair düzenlenen vesikaya da bu ad verilirdi. Şer'iyye mahkemelerinden verilen huccetler ta'lik yazı ile yazılırdı (M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul, 1983, I, 865).
Ayrıca, yine bu sahada hucec-i hattiyye, tabiri kullanılmaktadır ki, bu; berât, defter-i hâkâni kaydıyla dava olunanın mahkeme tarafından verilip, herhangi bir kötü zan ve suçlamadan uzak olan vesika ve îlamlar hakkında kullanılan bir tabirdir. Bunlar kanunen kesin delil (beyyine) sayılır ve iddia edilen şey bununla sabit olur (M. Zeki Pakalın, a.g.e, 1/865).
Hadis İlminde Huccet: Bir hadis terimi olarak huccet hadis râvilerinin adaleti için kullanılan bir tabirdir. İbn Ebî Hatim'in usûlüne göre, hakkında "huccet" tabiri kullanılan râvî, adâlet ve zabt yönünden en yüksek mertebededir. Başka bir deyimle de, hadis alanındaki ehliyeti herkes tarafından kabul edilen, rivâyet ettiği hadisler delil olarak kullanılabilen, "sika"nın üstünde daha güvenilir bir râvîye "huccet" denilir.
Ayrıca, üçyüz bin hadisi ezbere bilen hadis âlimine "huccet" denildiği gibi, râvilerinin durumlarıyla beraber sekizyüzbin hadis bilen hadis âlimine de "huccet" denilmektedir. (bk. Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, Ankara 1980, s.138).
Mantık İlminde Huccet: Mantık ilminde huccet, "delil"in müterâdifi olarak kullanılır. Hasmı ilzâm etmek ve onun delilini geçersiz kılmak için kullanılırsa el-huccetu'l-İlzâmiyye adını alır. Bu tür bir huccet, hasmın kabul ettiği mukaddimeler üzerine binâ edilir; hasmın ileri sürdüğü mukaddimelerden hareketle, hasmın delilleri çürütülmeye çalışılır ki, bu bir çeşit hasmı kendi deliliyle kendisini geçersiz kılmak olur (bk. Tehânevî, Kitâbu Keşşâfı Istılâhâti'l-Funûn, İstanbul, 1984, s. 1/384; İA., "Huccet" maddesi, 5/575).
İslâm Mezhebleri Tarihinde Huccet: Huccet tabiri, mezhebler tarihinde sözü edilen çeşitli itikâdî fırkalar arasında da farklı anlamlara gelmektedir. Bu tabir, özellikle Şîa ve onun önemli kollarından olan İmâmiyye, İsmâiliyye ve Bâtıniyye'de daha çok kullanılmaktadır. Bunlarda "huccet" genel olarak; dokunulmazlık verdikleri, masum kabul ettikleri şahıslara verilen isimlerden birisidir. Bir kısmında "imam": huccet olarak görüldüğü halde, diğer bir kısmında imama giden yol huccetten geçer.
Şimdi bu fırkalara göre "huccet''in kullanılışını ayrı ayrı görelim:
a) İmamiyye'ye Göre Huccet: İmamiyye veya İsnâaşeriyye adlarıyla bilinen bu fırkaya göre huccet, "oniki imama" verilen bir başka isimdir. Onlara göre imam, Allah'ın yeryüzündeki delilidir. Bundan dolayı da imamlara aynı zamanda huccet denilmektedir. İmamların sözleri Allah'ın sözü, emirleri, Allah'ın emridir. Onlar, ancak Allah adına ve O'nun vahyi ile konuşurlar. İnsanlar üzerine şahittirler. Onlar Allah'a giden yoldur ve O'na işaret eden delillerdir. Onları sevmek imandan, onlardan nefret etmek ise küfürdür. Onların dostu Allah'ın dostu, düşmanları da Allah'ın düşmanlarıdır. Yeryüzü Allah'ın yarattıkları için huccetinden yani açık, gizli veya belirsiz bir imamdan mahrum olamaz. (İmamiyyenin imam = huccet hakkındaki inançlarıyla ilgili daha geniş bilgi için bakınız: Ebû Câfer el-kummî, Risâletu'lİtikâdâti'l-İmamiyye, Terc. Ethem Ruhi Fiğlalı, Ankara 1979, s. 107-112; Hüseyin Atay, Ehl-i Sünnet ve Şia, Ank, 1983, s. 102-110).
Ayrıca, İmamiyye'ye göre Hz. Peygamber'in dedesi Abdulmuttalib "huccet", O'nun oğlu yani Peygamberimizin amcası Ebû Tâlib ise O'nun vasîsidir (el-Kummî, a.g.e, s. 131).
Görüldüğü gibi, İmamiyye'ye göre huccet veya diğer ismiyle imamlar çok farklı bir önem arzederler. Zirâ onlar, bir nevî yeryüzünde Allah'ın temsilcileridirler. Dünya ve âhiret ile ilgili bir çok şey onlarla izâh edilir. Onları sevip, bağlanmakla herşey çözümlenmiş olur. Hesab mizan, sırat ve mahşer'de hep onlar gündemdedir. Meselâ, onlara göre, âhiretteki hesabın bir kısmı Allah tarafından, bir kısmı da O'nun huccetleri tarafından yerine getirilecektir. Nebî'nin ve imamların taraftarlarına günahları sorulmayacaktır. Yine onlara göre, bir başka yönden de sırat, Allah'ın huccetler adıdır. Allah, dünyada onları tanı ve onlara itaat eden kimsenin, kıyamet gününde cehennem köprüsü demek olan Sırât üzerinden geçişine saade edecektir (bk. el-Kummî, a.g.e. s. 80,84).
b)İsmailîlere Göre Huccet: İmanın yokluğunda yani gaybet durumunda kendi mezheblerine daveti yürüten kişiye "huccet" denir. İmama giden huccetten geçer. O, daima halkı aydınlatmak için faaldir, imam gibi olamaz. O baş dâî olarak tayin edilmiştir. Normal olarak din propagandası yapan dâîler bu baş dâî olan huccete tâbidirler (Ethem Ruhi Fığlalı, Çağımızda İtikâdî İslam Mezhebleri, İstanbul, 1980, s. 103).
c)Bâtıniyye'ye Göre Huccet: Onlarca kabul edilen yedi imamdan birine verilen isimdir. Onlara göre yedi Nebî, yedi de imam vardır. Yedi Nebî; Âdem, Nûh, İbrahim, Musâ, İsâ, Hz. Muhammed ve bağlı bulundukları Muhammed b. İsmail'dir. Yedi imam ise; İmam, huccet, zûmassa, dâî-i ekber, dâî-ime, zûn, mükellib ve mü'mindir. Bunlardan huccet, imamın ilmini taşıyana denir. İmamdan telâkkî ettiği delilleri muhatabın; zevkine göre tâlim eder. Üçüncü imam olan Zûmassâ ise, çocuğun meme emdiği gibi ilmi huccetten alır (İzmirli İsmail Hakkı, Yeni ilm-i Kelam, Ankara 1981, s. 104).
Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, huccetten özellikle Mezhebler Tarihi alanında daha çok söz edilmektedir. Bu konudaki Şîa'nın görüşleri ve imam anlayışında; onlara masumiyet tanımaya kadar varan tutumları Ehl-i sünnet itikadınca kabul edilmemiş ve tenkit edilmiştir. Zira, onlar da insandır, günah işlerler, günahtan masum olamazlar, onları sevmek imandan, sayılmadığı gibi onlardan nefret de küfür sayılamaz. Küfür ancak açık bir inkar halinde sözkonusu olur.