October 12, 2025

Siloam (Silvan) Yazıtı Nedir

 Siloam Yazıtı, Kudüs’te yer alan ve M.Ö. 8. yüzyıla tarihlenen en önemli arkeolojik buluntulardan biridir. Yahudi tarihine ışık tutan bu yazıt, aynı zamanda İbrani dilinde günümüze ulaşan en eski metinlerden biri olma özelliğini taşır. Hezekiya Tüneli olarak bilinen su tünelinde keşfedilen Şiloah Yazıtı, dönemin mühendislik harikasını belgeleyen eşsiz bir tarihi kaynaktır. Yazıtta, Kudüs halkının suya erişimini sağlamak amacıyla inşa edilen tünelin tamamlanma süreci ayrıntılı şekilde anlatılmaktadır.



Siloam Yazıtı Nerede Bulundu?

Şiloah Yazıtı, 1880 yılında Kudüs’teki Hezekiya Tüneli’nde tesadüfen bulunmuştur. Tünelde oyun oynayan bir çocuğun keşfiyle ortaya çıkan yazıt, ilk kazılardan sonra bilim dünyasının ilgisini çekmiştir. Yazıt, tünelin kazı aşamalarını ve iki ekibin karşılıklı ilerleyerek ortada birleşme anını anlatır. Bu nedenle hem tarihi hem de arkeolojik açıdan büyük önem taşır. Bugün yazıtın orijinali İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmektedir.

Şiloah Yazıtı’nın Tarihi Önemi

Siloam Yazıtı, yalnızca Kudüs tarihi açısından değil, tüm insanlık tarihi için değerli bir mirastır. Yazıt, Yahudi Kralı Hezekiya döneminde inşa edilen su tünelinin mühendislik başarısını gözler önüne serer. Ayrıca İbrani alfabesinin erken örneklerinden biri olması bakımından da büyük bir bilimsel değere sahiptir. Bu yönüyle yazıt, hem dil araştırmaları hem de arkeoloji için benzersiz bir kaynak niteliği taşımaktadır.

February 02, 2020

Koronavirüs nedir: Çin'de ortaya çıkan yeni virüs (corona virüs) hakkında neler biliniyor?

Çin'in Vuhan kentinde yeni bir tür virüs ortaya çıktı. Virüse yakalananlarda akut solunum yolu enfeksiyonu görülüyor. Birkaç hafta içerisinde hızla yayılan virüse, Çin'in dışındaki ülkelerde de rastlanmaya başlandı. Ölü sayısı da hızla yükseliyor.

İlk kez Aralık ayında görülen ve '2019-nCoV' olarak adlandırılan virüs, koronavirüs ya da corona virüsü adıyla biliniyor.

Virüs nedeniyle ölenlerin sayısı da 31 Ocak itibariyle 213'e çıkmış durumda. Vaka sayısının da 10 bine yaklaştığı belirtiliyor.

SARS virüsü sonucu dünya çapında 800 kişi hayatını kaybetmişti.

Virüs şimdiye kadar, Çin dahil toplam en az 23 ülkede görüldü. Virüsün Çin'in doğu bölgelerinin yanı sıra Japonya, Tayland, Güney Kore, ABD, Singapur, Vietnam, Almanya, Fransa, İtalya ve Tayvan'a da yayıldığı biliniyor.

Virüsün ortaya çıktığı Vuhan'da alınan karantina önlemleri kapsamında yaklaşık 50 milyon kişinin seyahat etmesine izin verilmiyor.

Zatürre belirtilerine yol açan virüs, dünya çapında sağlık uzmanlarını alarma geçirdi.

Peki henüz bir tedavisi olmayan yeni koronavirüs tipi kısa zamanda ortada kaybolan geçici bir salgın mı yoksa çok daha tehlikeli bir hastalığın ilk işaretleri mi?

Çin'de ortaya çıkan virüsün özellikleri neler?
Hastalardan alınan örneklerin laboratuvarlarda test edilmesi sonucu Çinli yetkililer ve Dünya Sağlık Örgütü, enfeksiyonun koronavirüs (corona virus) olduğu sonucuna vardı.

Koronavirüsler, büyük bir virüs ailesinin bir alt türü. Ancak yeni virüs dahil sadece yedisi insanlara bulaşabiliyor.

Bir koronavirüsün yol açtığı şiddetli akut solunum yolu sendromu (SARS), Çin'de 2002 yılında salgından etkilenen 8 bin 98 kişiden 774'ünün ölümüne yol açtı.

Doktor Josie Golding, "SARS'ın hatıraları hâlâ taze, korkunun çok büyük olmasının nedenlerinden biri bu, ancak bu tür hastalıklarla mücadele etmek için artık çok daha hazırlıklıyız" diyor.

Yeni virüsün de SARS gibi insandan insana bulaşabildiği teyit edilmiş durumda.

Virüse yakalananlarda hangi belirtilere rastlanıyor?
Virüse yakalananlarda önce yüksek ateş başlıyor. Ardından kuru öksürük şikayetleri gözleniyor. Bir haftanın sonunda ise nefes darlığı sorunları ortaya çıkıyor.

Çin'de bazı hastaların hastanede uzun süreli tedavi altına alınması gerekmişti.

Ancak şu an eldeki bilgiler sadece hastaneye kaldırılan ağır hastaların yaşadıklarıyla sınırlı. Virüse yakalanıp daha hafif bir şekide atlatan olup olmadığı konusunda detaylı bir bilgi henüz yok.

Koronavirüsler orta derece soğuk algınlığından ölüme varacak semptomlara yol açabiliyor.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), Perşembe günü yeni koronavirüs hakkında "uluslararası kamu sağlığı acil durumu" ilan etti.

İsviçre'nin Cenevre kentinde yapılan basın toplantısında DSÖ Başkanı Tedros Adhanom Ghebreyesus, küresel ölçekte acil durum ilan edilmesinin nedeninin "Çin'de değil, diğer ülkelerde yaşananlar" olduğunu söyledi ve asıl endişenin virüsün sağlık sistemleri zayıf ülkelere yayılması olduğunu belirtti



Ne kadar ölümcül?

Aralık ayında ortaya çıktığı sanılan virüs, şu ana kadar 170 kişinin ölümüne neden oldu. Yani virüse yakalandığı tespit edilenlerin yüzde 2,2'si hayatını kaybetti.

SARS salgınında hastalığa yakalananların yüzde 9'u hayatlarını kaybetmişti.

Ancak virüsün bulaşmasıyla başlayan hastalık sürecinin görece uzun olduğu ve ölü sayısının ilerleyen günlerde artabileceği uyarıları yapılıyor.

Henüz salgının boyutları da tam olarak bilinmediği için bu yeni virüsün yol açabileceği ölümlere dair bir tahmin yürütmek zorlaşıyor.

Virüsün kaynağı ne?
Hastalığın, Çin'in 11 milyon nüfuslu kenti Vuhan'daki Huanan deniz ürünleri pazarından kaynaklandığı tahmin ediliyor.

Çinli yetkililer Hubei bölgesinde toplam 50 milyon kişinin yaşadığı kentlere seyahat kısıtlaması uyguluyor. Vuhan şehri karantinaya alınmış durumda.

Çin genelinde yüz maskesi kullanmak zorunlu hale getirildi, Çin'e bağlı yarı özerk Hong Kong yönetimi de bir dizi önlem açıkladı ve iki ülke arasındaki geçişleri sınırladı.

Uluslararası pek çok havayolu da Çin'e uçuşlarını askıya aldı.

Neden Çin?
Profesör Woolhouse, nüfusun çokluğu ve yoğunluğu ile virüsleri taşıyan hayvanlarla insanların yakın temasının neden olduğunu söylüyor:

"Yeni salgının Çin'de ya da dünyanın bu bölgesinde olmasına kimse şaşırmadı."

Salgının ortaya çıkmasının ardından Wuhan'daki Huanan balık pazarı kapatıldı.
Hangi hayvandan kaynaklanıyor?
Koronavirüsler, önce hayvandan insana bulaşıyor. Ancak virüsleri kitlesel bir salgın tehdidi haline getiren, mutasyona uğrayıp insandan insana bulaşmaya başlamaları.

2019-nCoV virüsünün ilk olarak Vuhan'daki Huanan balık pazarında ortaya çıkmış olabileceği üzerinde duruluyor.

Bazı deniz canlıları koronavirüs taşıyor olabilseler de, pazarda tavuk, yarasa, tavşan, yılan gibi başka hayvanlar da bulunuyor ve bunlardan birinin virüsün kaynağı olması çok daha mümkün görünüyor.

Virüsün kaynaklandığı belirlendiğinde, sorunla baş etmek çok daha kolay olacak.

2003 yılında 800'e yakın kişinin hayatını kaybetmesine neden olan SARS virüsünün yarasalardan yayıldığı düşünülüyordu.

Çinli yetkililer, Vuhan havalimanında uçuşları geçici süreyle askıya aldı.
İnsandan insana nasıl bulaşıyor?
Başta virüsün sadece hayvandan insana bulaşabildiği açıklanmıştı. Ancak daha sonra virüsün, insandan insana da bulaştığı anlaşıldı.

SARS, insandan insana çok kolay bulaşabiliyordu. Virüse yakalanmış bir kişinin kalabalık bir ortamda öksürmesi dahi SARS'ın yayılması için yeterli olabiliyordu.

MERS ise insandan insana daha zor bulaşan bir koronavirüstü.

Yeni virüs solunum yollarını etkiliyor. O nedenle öksürük ve temas yoluyla bulaşıyor olması yüksek bir ihtimal olarak görülüyor.



Çin, virüse yakalananların belirti göstermeye başlamadan hastalığı bulaştırabildiğini açıklamıştı.

Çin hükümeti halktan kalabalık yerlerde maske takmalarını istiyor.
Ne kadar hızlı yayılıyor?

Vakaların sayısı hızla 40'tan 7711'e yükselmiş gibi gözükebilir.

Ancak Çinli yetkililerin testleri yoğunlaştırmasıyla birlikte zaten virüse yakalanmış olan birçok kişi tespit edildi ve bu da virüse yakalan kişi sayısının hızlı biçimde yükselmesine yol açtı.

Salgının ne kadar hızlı yayıldığı konusunda henüz net bir bilgi bulunmuyor.

Virüs mutasyona uğrayabilir mi?
Evet virüsün mutasyon geçirmesi olasılıklar dahilinde. Ancak bunun salgın açısından ne anlama geleceğini söylemek zor.

Mutasyon sonucu insandan insana bulaşma ihtimali artabilir ya da virüse yakalananların yaşadığı semptomlar ağırlaşabilir.

Dünya Sağlık Örgütü ve diğer sağlık uzmanlarının yakından takip edeceği bir konu da ilerleyen günlerde ve haftalarda virüsün mutasyon geçirip geçirmediği olacak.

Son 10 gün içerisinde virüsün insandan insana bulaşma hızının arttığı belirtildi. Bu durumun bir mutasyon sonucu olup olmadığı ise bilinmiyor.

Salgın nasıl durdurulabilir?
Şu an için 2019-nCoV virüsüne karşı bir aşı bulunmuyor. Aşının geliştirilmesi ise en az bir yılı bulabilir.

Eldeki tek seçenek, virüse yakalanmış kişileri tespit edip karantinaya almak.

Hastalarla temas halinde olan kişilerin izlenmesi ve sağlık durumlarının kontrol altında tutulması da uygulanan yöntemler arasında.

Salgını önlemek için seyahat sınırlamaları seçeneği de yürürlüğe konmuş durumda.

Çinli yetkililer yeni virüsün genetik kodunu hızla açığa çıkardı. Bu bilgi, virüsün nereden geldiğini, yayıldıkça ne gibi değişimlere uğradığını ve insanların korunması için ne gibi adımlar atması gerektiğini anlamaya yardımcı oldu.

San Diego'daki Inovio adlı laboratuvarda çalışan bilim insanları yeni virüse karşı aşı geliştirebilmek için yeni tür bir DNA teknolojisi kullanıyor. Şimdilik adı "INO-4800". İnsanlar üzerinde deneme planlarına yaz başında başlayacaklar.

Bilim insanları koronavirüse karşı aşı geliştirmek için zamanla yarışıyor
Inovio, insanlar üzerinde yapılacak denemelerin başarılı olması durumunda daha geniş çaplı denemeler yapılabileceğini, "yılsonuna kadar Çin'deki salgında kullanılabileceğini" söylüyor.

O zamana kadar salgının sona erip ermeyeceğini tahmin etmek imkânsız. Ama Inovio'nun zamanlaması planlar doğrultusunda ilerlerse şirket, yeni aşının bir salgın durumunda en hızlı geliştirilmiş aşı olacağını söylüyor.

February 10, 2019

Hz. Peygamber (a.s.) Neden Cami Yıktırdı?

Peygamberimiz Neden Cami Yıktırdı?

"İslam Peygamberi hiç cami yıktırır mı?" demeyin lütfen.  Yıktırmış, hem de Allah'ın emriyle.

Hicretten sonra Medine'de Müslümanlar güçlü hale gelince görünüşte Müslüman göründükleri halde kalben İslam'ı inkâr eden münafık (nifak ehli) denilen bir grup ortaya çıkmıştı. Dış görünüşlerinde Müslüman olan bu kişiler dine, Hazreti Peygambere ve Müslümanlara düşmandı.

Münafıklar Kuba köyünde Peygamberimizin daha önce temelini atmış olduğu Kuba Mescidi'nden başka bir mescid yaptılar. Onların maksadı Resûlüllah'ın sahabelerini birbirine düşürmekti. Bu sebeple bu mescid 'Mescid-i Dırâr' yani zararlı ve kötüniyetle yapılan cami olarak adlandırılmıştır.

Kur'an-ı Kerim'in Tevbe Suresi'nin 107-110. Ayetlerinde bu olay anlatılmakta.

107 - Bir de zararlı faaliyetlerde bulunmak, küfre yardım etmek, mü'minler arasına ayrılık sokmak için ve öteden beri Allah ve Resûlüne karşı savaşanlara üs olsun diye bir mescit yapanlar vardır. Bunlar, "Bizim iyilikten başka hiçbir kasdımız yok" diye de mutlaka yemin ederler. Ama Allah şâhitlik eder ki bunlar mutlaka yalancıdırlar. (Diyanet İ.B. Meali)

Resûl-i Ekrem'in, bu ayetlerle Allah tarafından uyarılmasından sonra, "Halkı zâlim olan şu mescide gidin, onu yıkın ve enkazını da ateşe verin!" buyurduğu bilinmektedir. Günümüzde bile dırâr mescidinin arsası, çöplük olarak kullanılmaktadır.



Hazret-i Mevlana'nın bu olayı anlatırken söyledikleri ilginçtir:

"Münafıkların bu mescidi yapışları, avcının tuzağa taneler saçması gibi avlamak içindi. Cömertlik eseri değildi. Balıkçının oltasına taktığı et parçası, balıklara bir ikram, bir bahşiş, bir cömertlik değildir."
"Kubalıların Mescidi de taştan kerpiçten yapılmıştı ama münafıkların mescidine benzemiyordu."
"Yaptığın işi ve kendi halini mihenge vur da, sen de bir Mescid-i Dırâr yapmış, bir fitne çıkarmış olmayasın!"

Bu kıssayı hatırlatmamın sebebi son zamanlarda tartışma konusu yapılan Ataşehir'deki Mimar Sinan Camii, Taksim ve Çamlıca'ya yapılması planlanan diğer büyük cami projeleri değil.

Cami yaptırırken birinci önceliğin samimi bir inanç olması gerektiği açıktır. Eğer niyetiniz samimi/ ihlâslı değil, şahsi ikbalinize yardımcı bir unsur olarak kullanmak ise yapılan camilerin istenen hizmeti sağlaması mümkün olamaz.

Bizim vahiy yolu ile yapanların niyetini öğrenmek gibi bir imkânımız olmadığına göre, camileri yapanların iyiniyetli olduğunu kabul etmek ve teşekkür ederken uyarmak durumundayız.

Taksim'e yapılacak camiyi hem ihtiyaç oluşu ve hem de orijinal projesi sebebiyle desteklediğimi, ancak Çamlıca projesi konusunda yerleşim alanından uzak oluşu ve mimari proje yarışmasına katılımı azaltacak şartnamesi sebebiyle tedirgin olduğumu ifade ederek esas konuya geçelim.

Mescidi Dırâr kıssasından Mevlana'nın çıkardığı dair sonuç çok önemli: Hayırlı görünüşlü bazı işler fitne sebebi / besleyicisi olabilir.

"İyi şeyler olacak" müjdesi ve arkasından "analar artık ağlamasın" sloganlarıyla "Kürt/Terör Meselesini"  "çözmek" için "açılım" yapmak hayırlı görünen iş gibi idi.

"Ana dilde eğitim hakkı bir insan hakkıdır. Kürtlere Kürtçe eğitim dili sağlamak devletin görevidir" gibi sözler de haktan yana görünüşlü fitneyi / ayrılıkçılığı besleyen bir politik harekâttan ibaretti.

"Çözüm niyetini" gösteren siyasi iradenin, gerekirse terör örgütüyle müzakere etmesi gerektiği her gün mahut zümreler tarafından beynimize kazındı. Özel görevlendirilen devlet yetkililerinin Oslo müzakerelerindeki utanç verici tavırları da, Habur rezaleti gibi hoşgörüyle karşılandı.

Geldiğimiz nokta ne?  Şemdinli'yi ele geçirmeye çalışan PKK'lı teröristlerle 15 gündür çatışmalar devam ediyor. PKK'lılar kaçmadığı gibi devletin uçaklı, helikopterli tam teçhizatlı ordusuyla cephe savaşına girecek cesareti göstermekte. Bu çatışmalar devam ederken PKK Hakkâri'de 4 karakolumuza eş zamanlı saldırabildi ve 8 şehit verdik. Bunların sebebi ister terör örgütünün güçlenmesi olsun, isterse terörle mücadelede hizmet vermiş kahraman subayların hapiste tutulmasının TSK'da yarattığı moralsizlik olsun, durum iç karartıcı.

Kürt halkı içinde PKK sempatisinin ve bağımsızlık talebinin hızla artması fitnenin geldiği boyutun vahametini göstermekte.

2012 yazında yapılan bir ankete göre Kürtlerin % 46'sı BDP'ye destek veriyor. % 48'i PKK'nın terör örgütü olmadığını düşünüyor. Üç sene önce Kürtlerin % 6'sı bağımsız Kürt devleti isterken bugün, % 23'ü bağımsız devlet talebinde bulunuyor.

Dış siyasette ise "Osmanlı politikası izlemek", "suni sınırlarımız yerine tabii coğrafyamızdaki halklara liderlik yapmak", "mazlum Suriye halkının yanında olmak" gibi her Türk'ün göğsünü kabartan sloganlar eşliğinde yürütülen politikalar, Türkiye'deki fitneyi beslemekten başka işe yaramadı. Diğer taraftan Suriye bir iç savaş, bölge bir mezhep savaşı batağına doğru sürüklenmekte. Bunda Türkiye'nin rolü ve vebali az değil.

Fitnenin büyümeden önünün kesilmesi lazım(dı). Fitne sebebini veya besleyen tavırları ayırt etmek için vahiy beklemenin faydası yok. Yapılan işleri ve halimizi mihenge vurmak kâfidir.

"İlâhî bir bilgi iletim tarzı olan Vahiy" bizler için söz konusu olamayacağına göre, buna karşılık "beşerî bir bilgi edinim tarzı olan Akl'a" müracaat etmek zorundayız. Zira "vahy'e ve taşıdığı bilgilerin doğruluğuna iman etmek de, aklını kullanmak da farzdır."

Hazreti Peygamber'in uygulaması göstermektedir ki, Aklını kullanan Müslümanlar için fitne kaynağının (Mescid-i Dırâr'ların) bir an evvel yıkılıp yok edilmesi lazımdır.

January 14, 2019

Kubbetu’s Sahra’nın Kapıları Kapatıldı



Mescid-i Aksa’nın içindeki Kubbetu’s Sahra’nın kapıları, Yahudilerin dini takkesi Kippa ile girmeye çalışan İsrail polisini engellemek için kapatıldı.

Kudüs İslami Vakıflar İdaresi Basın Sözcüsü Firas Dibs yaptığı yazılı açıklamada, “Mescid-i Aksa korumaları, başında Kippa ile girme girişiminin ardından Kubbetu’s Sahra’nın kapılarını kapattı.” ifadelerine yer verdi.

Dibs açıklamasında, iki İsrail polisinin günlük iki defa Kubbetu’s Sahra’ya girdiğine ve hızlı şekilde “güvenlik kontrolü” yaptığına dikkati çekerek, “Kubbetu’s Sahra görevlileri, polisten başındaki Kippa’yı çıkarması talebinde bulundu. Ancak polis ısrarla gireceğini gerekirse güç kullanacağını söyledi. Bunun üzerine de görevliler mescidin kapılarını kapattı.” dedi.

İsrail polisinin Kubbetu’s Sahra’nın etrafını kuşattığını ve Müslümanların mescide girişine izin vermediğini belirten Dibs, görevliler ile namaz için gelen Müslümanların mescidin içinde olduğunu söyledi.

Harem-i Şerif’e baskın
Öte yandan, Dibs, İsrail Tarım Bakanı Uri Ariel ile beraberindeki 15 fanatik Yahudi’nin Harem-i Şerif’e baskın düzenlediğini söyledi.

Dibs, İsrailli Bakan ve beraberindeki Yahudilerin İsrail polisi eşliğinde Mescid-i Aksa’nın avlularında tur attığını kaydetti.

İsrail’deki koalisyon hükümetinde Yahudi Evi Partisi’nden bakan olan Ariel, daha önce de beraberindeki fanatik Yahudilerle birçok defa Harem-i Şerif’in avlusuna girmişti.

Fanatik Yahudiler, İsrail polisi eşliğinde zaman zaman sabah ve öğleden sonraki vakitlerde Mescid-i Aksa’nın avlusuna giriyor. Bu durum sık sık bölgede gerginliğin tırmanmasına ve Filistinliler ile İsrail polisi arasında arbede yaşanmasına neden oluyor.

İşgal altındaki Doğu Kudüs’ün Eski Şehir bölgesinde bulunan Mescid-i Aksa, Müslümanların ilk kıblesi olma özelliğini taşıyor.

“Yahudiler, içinde Kıble Mescidi ile Kubbetu’s Sahra Camisi’nin yanı sıra müze, medreseler ve büyük avlunun yer aldığı Mescid-i Aksa Külliyesi altında, sözde “Süleyman Mabedi kalıntılarının bulunduğu” iddiasıyla kazı çalışmaları yapıyor, Mescid-i Aksa’da kendilerinin de ibadet etme hakları olduğunu savunuyor. KAYNAK: AA

January 09, 2019

Vehabilerin Yıkılış Habercisi Çekirğe İstilası

İslam dünyasının kutsal mekanı olan ve hac vazifesinin yerine getirildiği (Kabe'nin de içinde yer aldığı) Mescid-i Haram'da, ilk defa böyle bir olayla karşılaşıldı.

Burası Mekke'.Çekirge istilaası...ve bundan dolayı namaz kılınmamıştır.
ALLAH ,bir yeri helak etmeden önce oraya işaret gönderir..
tıpkı şu ayette olduğu gibi.

“Bunun üzerine, ayrı ayrı mucizeler olarak üzerlerine tufan, çekirge, haşerat, kurbağa ve kan gönderdik. Yine büyüklük tasladılar ve günahkâr bir kavim oldular. (Araf Suresi: 133)





December 27, 2018

Azap Osman Kimdir - Azap Osman Kahramanlığı


Gözlerinde öfke denizi dalgalanmış, burnundan sert sert soluyan, yumrukları demir gibi sıkılmış bir adam daldı, Tüfekçi Yusuf’un dükkânına. Şalvarının duruşu, kasketinin dikimi ile Antep’in Barak köylülerine benziyordu. Toprağa sürtünmekten eskidiği belli olan şalvarının yamalıkları yeni gibi duruyordu. Dokunulduğunda patlayacak bir barut gibiydi.

Bugünlerde şehirde kime dokunsan aynıydı zaten. Fransızlar Antep’i işgal etmiş; kadın, erkek, yaşlı, çocuk demeden Ermenilerin yardımı ile önüne gelenleri öldürüyorlardı. Şehrin her yanında bombalar patlıyor, dumanlar yükseliyor, çatışma sesleri çığlıklara karışıyordu.

Yabancı adam titrek ve öfkeli sesi ile “Selamun aleyküm ağam” dedi.
 Tüfekçi Yusuf selamı ağırdan hafif ton sesle alarak “Buyur ağam emrini söyle” dedi.

Adam tezgaha iyice yaklaştı, anlatmaya başladı. “ Ağam ben Baraklıyım. Adım Osman. Köylüler bana Azap Osman derler. Anlayacağın rençperim. Köyde marabalık yaparım. Aynı zamanda iyide bir avcıyım. Düşman çol çocuk, avrat uşak demeden öldürüyor bizimkileri. Elimde bir silahım olsa attığım gâvuru indiririm aşağıya alimallah. Silahım yok. Diyorum ki bana bir silah ver. Direniş çetelerine katılayım.Yalnız bilesin ki hiç paramda yok.”

Tüfekçi Yusuf karşısında dimdik irade ile duran adama baktı. Söyleyecekleri boğazına düğümlendi. Yutkundu. Her gün onlarca genç geliyordu silah istemeye. Mağaralarda deden kalma tüfekler tamir ediliyor, düşmanının attığı kurşunları çocuklar topluyor onlardan yeniden mermi yapıyorlardı. Yeni tüfek bulmak imkansızdı.
– Keşke olsa da tüfek bütün şehir halkına dağıtsak. Elimizde olanları direniş çetelerimize verdik.
– Bu gavurun ağır silahlarına karşı tüfeksiz olmaz ağam. tüfeksiz olmaz…

Tüfekçi Yusuf’un sözü yeni bitmişti ki, Azap Osman bir hışımla çıktı dükkândan. Kendi kendine konuşarak yürüyordu “Düşman bomba yağdıracak bende ölümleri seyredeceğim ha. Olmaz olmaz. Mutlaka silah bulmalıyım. Bu güzelim Antep’i düşmana bırakmak, ölümden daha kötü olur.”

Köydeki eve gidene kadar kafasından atıp tuttu. Kerpiç evin avlusundan içeri girdi. Mutlaka silah bulmalıydı.. Satıp para edecek bir şeyi yoktu. Parası olsa ne der eder silahı bir yerlerden bulurdu. Durumu hanımı ile de paylaştı
– Hanım gözüme uyku girmiyor memleketin üzerine bomba yağarken. Ah bir silah olsa ah bir silah. Para olsa yine ben bulurum silahı.
– Üzülme bey bulunur elbet bir çare
– Yok yok olmaz böyle
Evin içerisinde sağa sola dolaşmaya başladı. Dolaştıkça çıkmazlara giriyor. Yumruklarını sıkıp duvara vuruyordu. Bir ara duraksadı. Hanıma seslendi.
– Hanım buldum buldum
– Ne buldun herif?
– Silahı nasıl alacağımı
Azap Osman bir çözüm bulmuştu. Çözümüydü bulduğu çözümsüzlük mü tam olarak bilmiyordu. Ama eli ayağı bağlı oturmakta istemiyordu. Hanımına çözümü anlattığında kadının gözleri doldu. İçine bir kor düşmüş gibi yüreği yandı. Yapacak çok şey olmadığını düşündü zavallı kadın.

Bağdaki üzüm teveklerinin çubukları ile hemen bir kazanın altını yaktı, su ısıttı. Bahçede oynayan kızı Ayşe’yi içeriye çağırdı. Sarıldı bağrına bastı. Sonra gel bakalım benim “kır güzelim sana banyo yaptırayım” dedi.

Kızını avlunun kenarında bulunan yıkandıkları yere götürdü. Kızına banyo yaptırıyordu. Saçlarını yıkarken saçları ile uzun uzun oynadı kızının. Suyu dökerken gözünden akan damlalar banyo suyunun içine karışıp gidiyordu.

Banyodan sonra annesi kızının ellerine kına yaktı. O gece Azap Osman’la hanımı kızlarını yatakta aralarına aldılar. Sarıldılar sarıldılar.  Kız uykuya daldı. Azap Osman ve Hanımını o gece uyku tutmadı. Ama hiç konuşmadılar sustular…

Ezan sesi köyün karanlığını bölerken Azap Osman Yatağından fırladı. Arkasından hanımı da kalktı. Sabah Namazından sonra kızlarını uyandırdılar. Annesi kızına en güzel elbiseleri giydirdi.
Kız- Anne sabah neden erken kaldırdın beni. Bunlar bayramlık elbiselerim neden giydiriyorsun bunları. Bayram mı yoksa bu gün.
Annesi sustu. Gözleri doluyor, sözler boğazına düğümleniyor, bir türlü konuşamıyordu. Kızını hazırladıktan sonra
– Haydi kır çiçeğim baban seni gezmelere götürecek. Git uslu uslu babanı dinle dedi.

Zavallı kız ne olup bittiğini farkında değildi. Babası ile gezmeye gitmenin mutluluğu ile annesinin yanağına bir öpücük kondurdu.

Azap Osman kızını alıp Halep yoluna düştüler. Gün ağarıyordu.

Azap Osman’ın Tüfekçi Yusuf’un dükkânına uğramasının üzerinden on beş gün geçmişti. Azap Osman yine belirdi dükkânın kapısında. Bu sefer yüzü gülüyordu. Bir tüfek bulmuştu. Elinde sıkı sıkı tutuyordu. Selam verdi hemen söze girdi.
– Yusuf usta tüfek dedim. Yok dedin. Ağam tüfeği buldum. Ama mermiye param yok. Mermi de senden olsun artık.
– Nerden buldun tüfeği?
– Boş ver. Uzun hikâye sen mermi verebilir misin onu söyle bana?
– Tamam mermi benden ama sen tüfeği nerden aldın onu söyle?

Azap Osman anlatmak istemiyordu. Tüfekçi Yusuf ısrar edince, tezgâhın önündeki tahta iskemleye oturdu. Oturmadı yığıldı aslında. Gözleri doldu önce. Sonra nemli gözlerle uzaklara daldı. Belli ki anlatacak çok şeyi vardı. Söze başlayacaktı ki boğazının kuruduğunu fark etti. Kısık sesle “suyun var mı” dedi. Tüfekçi Yusuf tezgahın altında duran bakraçtaki sudan bir tas doldurdu. Azap Osman yangın ateşin üzerine su döker gibi suyu bir nefeste indirdi boğazından aşağı. Boğazı ıslanmıştı biraz. Derin bir ah çekti sonra başladı anlatmaya.

– Yusuf ustam onbeş gün evvel sana gelmiştim. Hani tüfek almak için.
– Evet
–  Sen tüfek yok dedin. Başka yerden tüfek almaya paramda yoktu. Düşündüm taşındım.. İbrahim olmak için İsmail’i gerektiğinde kurban etmek gerekir. Her yanda şehrin evlatları şehit düşüyor. Elinden öper evde bir kızım vardı. Beş altı yaşlarında…  Anası akşam kınalar yaktı. Güzelce giyindirdi. Sabah erkenden Halep’e götürdüm. Halep’te çocuğu olmayan zengin bir aileye evlatlık olarak sattım. Halep’ten de çocuğun parası ile aha bu tüfeği aldım. Lakin mermiye param yetmedi. Durum budur. Hele şimdi de hele, mermi verecek misin bana?”
Tüfekçi Yusuf’un gözleri bulutlandı. Kalbinden kör kurşun yemiş asker gibi sendeledi. Dudağında kelimeler tükendi. İçeri girdi, zula da direniş çeteler için sakladığı mermilerden verdi.

Azap Osman kurşun gibi fırladı dükkândan. Şehrin sokaklarında mermi izlerinin bulunduğu evlerin duvarlarında öfkesinin sesi çarpıyordu.
– Dayan Antep, Yettim Karayılan, Şehitkamilin, Şahinbeyin hesabını sormadan ölmek yok, yok, yok…

Şehir yanıyor, imanlı gönüller direniyordu. Ayşe’sinin elinden sımsıkı tutmuş gibi sarıldı tüfeğine, bomba seslerinin çığlıklara karıştığı sokakların arasında kayboldu Azap Osman.

25 Aralık Gaziantep'in düşman işgalinden kurtuluş günüdür. Şimdi birilerine herhangi bir gün gibi gelebilir ama bu öyküyü okuduğunuzda herhangi bir gün olmadığını anlayacaksınız.

KINALI KIZ TÜFEĞİ

Bazı durumlar vardır ki şehitlikten daha fazla fedakârlık gerektirir. İşte okuyacağınız böyle bir trajedi, gerçek, yaşanmış öyküdür.

Azap Osman Antep Savunmasının kahraman yiğitlerinden birisi...
Gaziantep’te o günlerde şehirde kime dokunsan patlayacak bir barut gibiydi. Fransızlar Antep’i işgal etmiş; kadın, çocuk, yaşlı demeden Ermenilerin yardımı ile önüne geleni öldürüyorlardı. Sokaklarda patlama sesleri çığlıklara karışıyordu. Bir gün tüfekçi Yusuf’un dükkânına sinirden yumruklarını demir gibi sıkmış bir adam girdi. Ve derdini anlatmaya başladı. “Ağam adım Osman. Köylüler bana Azap Osman derler. Anlayacağın rençperim. Aynı zamanda da iyi avcıyım. Düşman çocuk, kadın demeden öldürüyor. Bana bir tüfek lazım. Elimde bir tüfeğim olsa attığım gâvuru indiririm aşağıya” diyordu. “Ama en başından söyleyeyim cebimde hiç param yok.”

Tüfekçi Yusuf karşısında dimdik duran adama uzun uzun baktı adeta boğazı düğümlenmişti. Ama ne yazık ki hiç tüfek yoktu elinde, olan tüfekler de direniş çetelerine dağıtılmıştı. Yeni tüfek bulmak da imkânsızdı. Daha Yusuf sözünü bitirmeden Osman dükkândan ayrılmıştı. İçinden söylene söylene yürüyordu. ‘’Düşman bomba yağdıracak, ben de ölümleri izleyeceğim ha… Olmaz olmaz mutlaka silah bulmalıyım.‘’ Eve gelmişti ve evde dört dönüyordu, mutlaka silah bulmalıydı ama satıp para edecek hiçbir eşyası da yoktu. Derdini karısına anlattı “Şehre bomba yağıyor mutlaka silah bulmayalım!”

Azap Osman bir çözüm bulmuştu. Ancak bulduğu çözüm müydü yoksa çözümsüzlük mü onu bilmiyordu. Hanımına çözümü anlattığında kadının gözleri doldu. Boğazı düğümlenmişti kadının ama başka bir çaresi yoktu. Hemen suyu ısıttı ve bahçede oynayan kızı Ayşe’yi çağırdı ve sımsıkı sarıldıktan sonra güzelce yıkadı. Kınalar yaktı… Gece kızını yanına aldı uyudu ve sabah en güzel elbiselerini giydirdikten sonra “hadi kızım baban seni biraz gezdirecek sakın babanın sözünden çıkma” dedi ve ikisini arkalarından ağlayarak uğurladı. Kadın konuşamıyordu, adeta hayat durmuştu o an kadın için..

Azap Osman’ın tüfekçi Yusuf’un yanına uğramasının üstünde tam 15 gün geçmişti ve yine uğradı. Ama bu sefer yüzü gülüyordu. “Yusuf usta silah dedim yok dedin. Ben silahı buldum ama mermi almaya param yetmedi, bari mermiler senden olsun” dedi.

Yusuf usta şaşırmıştı “Nereden buldun bu tüfeği?” dedi, “Uzun hikâye anlatırım” dedi Osman. Yusuf usta “Tamam mermiler benden ama tüfeği nerden bulduğunu anlatırsan. Sen anlat bakalım nerden buldun bu tüfeği?” Osman derin bir nefes aldı ve biraz da sıkılarak anlatmaya başladı.

“Baktım ki şehirde her yaşta çocuk öldürülüyor. Benimde elinden öper bir kızım var, annesi akşamdan yıkadı, kınalar yaktı, sabah da en güzel elbiselerini giydirdi ve evden çıktık. Beraber Halep’e gittik. Orada çocuğu olmayan zengin bir aileye evlatlık olarak verdim. Halep’ten de o parayla bu silahı aldım ama mermiye param yetmedi” dedi.
Yusuf ustanın o an gözleri doldu. Sanki o mermileri kendisi yemişti. Buğulu gözleriyle gitti içerden zulaya sakladığı mermilerden Osman’a verdi. Osman dükkândan silahına sarıldığı gibi çıktı, koştuğu yerde sarıldığı silah değildi adeta kızına sarılır gibi sımsıkı sarılıyordu…

İşte Gaziantep bu anlatılması güç kahramanlar sayesinde kurtuldu. Şehitliği göze almış kahramanlardan daha kahramandı Azap Osman…

Bu ve bunun gibi onlarca kahramanlık destanlarıyla düşmana teslim edilmedi Antep, daha fazla ne söylenebilir…

Bu öyküyü yıllar yılı bizzat babasının yaşlı gözlerle anlatımından bilen Tüfekçi Yusuf ustanın kızı, Şule Yıldırımdemir Tüfekçi, yıllar sonra yazdığı Kınalı Kız şiirinde şöyle anlatıyor:

KINALI KIZ
Anamın kucağından aldın…
Tut elimi gidiyoruz dedin…
Nasıl sevindim baba…
Daha dün anam,
Parmaklarımı tek tek öpüp,
Kına yakmıştı…
Kınalı ellerim ne güzeldi…
Sen görmedin…
Bir elinle beni tuttun…
Diğer elinle anamı savurdun…
Sahi, anam niye çok ağladı baba?
Ben yeni öğrendim yürümeyi…
Senin adımlarına yetişemem ki…
Ne olur biraz yavaşla…
Hem bak,
Ellerim kınalı baba…
Bütün evler arkamızda kaldı…
Belki, aha şu tepeye çıkarsak…
Oradan görürüm, çökmeye yüz tutmuş evimizi…
Nasılda yoruldum…
Bilsem konuşmayı,
Sana dönelim diyeceğim…
Anamı özledim, acıktım…..
Ama sen durmuyorsun ki baba…
Beni sırtına aldın,
Uyu kızım dedin…
Çok üşümüşüm…
Sen beni ısıttın baba…
Yüksek dağların ötesine geçtik…
Bir başka diyara geldik…
Beni öptün kokladın…
Geldik kızım dedin…
İşte yeni evin burası…
Bir tüfek parası berdelin olsun,
Kızım Antep’e kurban olsun….
Bıraktın ellerimi…
Kınalı ellerim ne güzeldi…
Sen görmedin baba…
Bilirim, sevgini koydun gittin bana…
Fakirliği onuruna yediremedin…
Herkes çabalarken, sen durup seyredemedin…
Anladım artık neden kınalı ellerim?
Bir haksız savaşa kurban oldum ama
Sen bir daha dönmedin baba…
Koca başlı dağların ardında,
Bırak bir kızın olsun…
Gözyaşlarım…
Berdel ettiğin tüfeğe kurşun olsun…
Bu dünyada haksızlık son bulsun…
Benim adımı Antep’li yüreğine sorsun…
Baba, hakkım sana helal olsun!..

Abdullah Gürbüz (Abdullah Baba K.s) ve Hz Mehdi Fiziksel Özellikleri

Avrupa’dan bazı zakir abilerimiz üç yıldan beri Mehdi (as) biat etmek için iki yüz, üç yüz kişi olmak üzere bizleri Mekke’ye götürüp, her seferinde de tehir edildiğini söyleyip geri döndürüyorlar. Kendimizi kandırılmış, komik duruma düşürülmüş hissediyoruz. Sizin bu konu hakkındaki görüşleriniz nelerdir?



Hiç böyle bir şey olabilir mi? Mehdi (as) sümme haşa sözünde durmayan birisi mi de biat etmek için çağıracakta sonra ertelendi diyecek. Böyle bir şey olması mümkün mü?

Levh-i Mahfuzla alakalı meselelerde erteleme, tehir olabilir. Levh-i mahfuz, olmuşların ve olacakların, zamandaki bütün anların ve mekândaki bütün varlıkların, kısacası, her şeyin yazılı bulunduğu bir ilâhî muhafaza levhasıdır.

"Gökte ve yerde gizli olan hiçbir şey yoktur ki, apaçık olan bir kitapta olmasın." [1]

Levh-i Mahfuza Cenab-ı Zülcelal Hz.lerinin inayetiyle yazılmış olanlar silinebilir, tehir edilebilir.

“Allah, (o yazıdan) dilediğini siler, (dilediğini de) sabit bırakır. Ana kitap (olan Levh-i Mahfuz) ise O’nun katındadır.” [2]

Levh-i Mahfuzla alakalı meseleleri şahıslara indiremeyiz. Örnek vermek gerekirse; birisi ile buluşmak için randevu veriyoruz. Randevu verdiğimiz yere gitmiyoruz, bulaşacağım insana diyoruz ki tehir oldu. İradenin bende olan bir mevzuda nasıl tehir oldu diyebiliriz ki…

Mehdi (as) biat edin diye davet edecek, sonra davete gelmeyecek.  Anlattığınız olay Mehdi (as) şahsıyla alakalı bir mesele değildir. Kişilerin yaptıkları hatalar mübarekleri bağlamaz. Kişilerin nakıslığından kaynaklanan, yönlendirmeyle alakalı hatalar vardır.

Bu tür işlere tevessül eden insanların gizli niyetleri Şeyhliğe soyunarak kendilerine yer edinmek ve itibar kazanmaktır.

Allah’ın izniyle Mehdi (as) zuhur ettiğinde Abdullah Baba (ks) Hz.lerinin dervişleri hep birlikte biat edeceklerdir.

[1] Neml Suresi, 75

[2] Ra’d Suresi  39