10 February 2019

Hz. Peygamber (a.s.) Neden Cami Yıktırdı?

Peygamberimiz Neden Cami Yıktırdı?

"İslam Peygamberi hiç cami yıktırır mı?" demeyin lütfen.  Yıktırmış, hem de Allah'ın emriyle.

Hicretten sonra Medine'de Müslümanlar güçlü hale gelince görünüşte Müslüman göründükleri halde kalben İslam'ı inkâr eden münafık (nifak ehli) denilen bir grup ortaya çıkmıştı. Dış görünüşlerinde Müslüman olan bu kişiler dine, Hazreti Peygambere ve Müslümanlara düşmandı.

Münafıklar Kuba köyünde Peygamberimizin daha önce temelini atmış olduğu Kuba Mescidi'nden başka bir mescid yaptılar. Onların maksadı Resûlüllah'ın sahabelerini birbirine düşürmekti. Bu sebeple bu mescid 'Mescid-i Dırâr' yani zararlı ve kötüniyetle yapılan cami olarak adlandırılmıştır.

Kur'an-ı Kerim'in Tevbe Suresi'nin 107-110. Ayetlerinde bu olay anlatılmakta.

107 - Bir de zararlı faaliyetlerde bulunmak, küfre yardım etmek, mü'minler arasına ayrılık sokmak için ve öteden beri Allah ve Resûlüne karşı savaşanlara üs olsun diye bir mescit yapanlar vardır. Bunlar, "Bizim iyilikten başka hiçbir kasdımız yok" diye de mutlaka yemin ederler. Ama Allah şâhitlik eder ki bunlar mutlaka yalancıdırlar. (Diyanet İ.B. Meali)

Resûl-i Ekrem'in, bu ayetlerle Allah tarafından uyarılmasından sonra, "Halkı zâlim olan şu mescide gidin, onu yıkın ve enkazını da ateşe verin!" buyurduğu bilinmektedir. Günümüzde bile dırâr mescidinin arsası, çöplük olarak kullanılmaktadır.



Hazret-i Mevlana'nın bu olayı anlatırken söyledikleri ilginçtir:

"Münafıkların bu mescidi yapışları, avcının tuzağa taneler saçması gibi avlamak içindi. Cömertlik eseri değildi. Balıkçının oltasına taktığı et parçası, balıklara bir ikram, bir bahşiş, bir cömertlik değildir."
"Kubalıların Mescidi de taştan kerpiçten yapılmıştı ama münafıkların mescidine benzemiyordu."
"Yaptığın işi ve kendi halini mihenge vur da, sen de bir Mescid-i Dırâr yapmış, bir fitne çıkarmış olmayasın!"

Bu kıssayı hatırlatmamın sebebi son zamanlarda tartışma konusu yapılan Ataşehir'deki Mimar Sinan Camii, Taksim ve Çamlıca'ya yapılması planlanan diğer büyük cami projeleri değil.

Cami yaptırırken birinci önceliğin samimi bir inanç olması gerektiği açıktır. Eğer niyetiniz samimi/ ihlâslı değil, şahsi ikbalinize yardımcı bir unsur olarak kullanmak ise yapılan camilerin istenen hizmeti sağlaması mümkün olamaz.

Bizim vahiy yolu ile yapanların niyetini öğrenmek gibi bir imkânımız olmadığına göre, camileri yapanların iyiniyetli olduğunu kabul etmek ve teşekkür ederken uyarmak durumundayız.

Taksim'e yapılacak camiyi hem ihtiyaç oluşu ve hem de orijinal projesi sebebiyle desteklediğimi, ancak Çamlıca projesi konusunda yerleşim alanından uzak oluşu ve mimari proje yarışmasına katılımı azaltacak şartnamesi sebebiyle tedirgin olduğumu ifade ederek esas konuya geçelim.

Mescidi Dırâr kıssasından Mevlana'nın çıkardığı dair sonuç çok önemli: Hayırlı görünüşlü bazı işler fitne sebebi / besleyicisi olabilir.

"İyi şeyler olacak" müjdesi ve arkasından "analar artık ağlamasın" sloganlarıyla "Kürt/Terör Meselesini"  "çözmek" için "açılım" yapmak hayırlı görünen iş gibi idi.

"Ana dilde eğitim hakkı bir insan hakkıdır. Kürtlere Kürtçe eğitim dili sağlamak devletin görevidir" gibi sözler de haktan yana görünüşlü fitneyi / ayrılıkçılığı besleyen bir politik harekâttan ibaretti.

"Çözüm niyetini" gösteren siyasi iradenin, gerekirse terör örgütüyle müzakere etmesi gerektiği her gün mahut zümreler tarafından beynimize kazındı. Özel görevlendirilen devlet yetkililerinin Oslo müzakerelerindeki utanç verici tavırları da, Habur rezaleti gibi hoşgörüyle karşılandı.

Geldiğimiz nokta ne?  Şemdinli'yi ele geçirmeye çalışan PKK'lı teröristlerle 15 gündür çatışmalar devam ediyor. PKK'lılar kaçmadığı gibi devletin uçaklı, helikopterli tam teçhizatlı ordusuyla cephe savaşına girecek cesareti göstermekte. Bu çatışmalar devam ederken PKK Hakkâri'de 4 karakolumuza eş zamanlı saldırabildi ve 8 şehit verdik. Bunların sebebi ister terör örgütünün güçlenmesi olsun, isterse terörle mücadelede hizmet vermiş kahraman subayların hapiste tutulmasının TSK'da yarattığı moralsizlik olsun, durum iç karartıcı.

Kürt halkı içinde PKK sempatisinin ve bağımsızlık talebinin hızla artması fitnenin geldiği boyutun vahametini göstermekte.

2012 yazında yapılan bir ankete göre Kürtlerin % 46'sı BDP'ye destek veriyor. % 48'i PKK'nın terör örgütü olmadığını düşünüyor. Üç sene önce Kürtlerin % 6'sı bağımsız Kürt devleti isterken bugün, % 23'ü bağımsız devlet talebinde bulunuyor.

Dış siyasette ise "Osmanlı politikası izlemek", "suni sınırlarımız yerine tabii coğrafyamızdaki halklara liderlik yapmak", "mazlum Suriye halkının yanında olmak" gibi her Türk'ün göğsünü kabartan sloganlar eşliğinde yürütülen politikalar, Türkiye'deki fitneyi beslemekten başka işe yaramadı. Diğer taraftan Suriye bir iç savaş, bölge bir mezhep savaşı batağına doğru sürüklenmekte. Bunda Türkiye'nin rolü ve vebali az değil.

Fitnenin büyümeden önünün kesilmesi lazım(dı). Fitne sebebini veya besleyen tavırları ayırt etmek için vahiy beklemenin faydası yok. Yapılan işleri ve halimizi mihenge vurmak kâfidir.

"İlâhî bir bilgi iletim tarzı olan Vahiy" bizler için söz konusu olamayacağına göre, buna karşılık "beşerî bir bilgi edinim tarzı olan Akl'a" müracaat etmek zorundayız. Zira "vahy'e ve taşıdığı bilgilerin doğruluğuna iman etmek de, aklını kullanmak da farzdır."

Hazreti Peygamber'in uygulaması göstermektedir ki, Aklını kullanan Müslümanlar için fitne kaynağının (Mescid-i Dırâr'ların) bir an evvel yıkılıp yok edilmesi lazımdır.


EmoticonEmoticon