27 December 2018

Azap Osman Kimdir - Azap Osman Kahramanlığı


Gözlerinde öfke denizi dalgalanmış, burnundan sert sert soluyan, yumrukları demir gibi sıkılmış bir adam daldı, Tüfekçi Yusuf’un dükkânına. Şalvarının duruşu, kasketinin dikimi ile Antep’in Barak köylülerine benziyordu. Toprağa sürtünmekten eskidiği belli olan şalvarının yamalıkları yeni gibi duruyordu. Dokunulduğunda patlayacak bir barut gibiydi.

Bugünlerde şehirde kime dokunsan aynıydı zaten. Fransızlar Antep’i işgal etmiş; kadın, erkek, yaşlı, çocuk demeden Ermenilerin yardımı ile önüne gelenleri öldürüyorlardı. Şehrin her yanında bombalar patlıyor, dumanlar yükseliyor, çatışma sesleri çığlıklara karışıyordu.

Yabancı adam titrek ve öfkeli sesi ile “Selamun aleyküm ağam” dedi.
 Tüfekçi Yusuf selamı ağırdan hafif ton sesle alarak “Buyur ağam emrini söyle” dedi.

Adam tezgaha iyice yaklaştı, anlatmaya başladı. “ Ağam ben Baraklıyım. Adım Osman. Köylüler bana Azap Osman derler. Anlayacağın rençperim. Köyde marabalık yaparım. Aynı zamanda iyide bir avcıyım. Düşman çol çocuk, avrat uşak demeden öldürüyor bizimkileri. Elimde bir silahım olsa attığım gâvuru indiririm aşağıya alimallah. Silahım yok. Diyorum ki bana bir silah ver. Direniş çetelerine katılayım.Yalnız bilesin ki hiç paramda yok.”

Tüfekçi Yusuf karşısında dimdik irade ile duran adama baktı. Söyleyecekleri boğazına düğümlendi. Yutkundu. Her gün onlarca genç geliyordu silah istemeye. Mağaralarda deden kalma tüfekler tamir ediliyor, düşmanının attığı kurşunları çocuklar topluyor onlardan yeniden mermi yapıyorlardı. Yeni tüfek bulmak imkansızdı.
– Keşke olsa da tüfek bütün şehir halkına dağıtsak. Elimizde olanları direniş çetelerimize verdik.
– Bu gavurun ağır silahlarına karşı tüfeksiz olmaz ağam. tüfeksiz olmaz…

Tüfekçi Yusuf’un sözü yeni bitmişti ki, Azap Osman bir hışımla çıktı dükkândan. Kendi kendine konuşarak yürüyordu “Düşman bomba yağdıracak bende ölümleri seyredeceğim ha. Olmaz olmaz. Mutlaka silah bulmalıyım. Bu güzelim Antep’i düşmana bırakmak, ölümden daha kötü olur.”

Köydeki eve gidene kadar kafasından atıp tuttu. Kerpiç evin avlusundan içeri girdi. Mutlaka silah bulmalıydı.. Satıp para edecek bir şeyi yoktu. Parası olsa ne der eder silahı bir yerlerden bulurdu. Durumu hanımı ile de paylaştı
– Hanım gözüme uyku girmiyor memleketin üzerine bomba yağarken. Ah bir silah olsa ah bir silah. Para olsa yine ben bulurum silahı.
– Üzülme bey bulunur elbet bir çare
– Yok yok olmaz böyle
Evin içerisinde sağa sola dolaşmaya başladı. Dolaştıkça çıkmazlara giriyor. Yumruklarını sıkıp duvara vuruyordu. Bir ara duraksadı. Hanıma seslendi.
– Hanım buldum buldum
– Ne buldun herif?
– Silahı nasıl alacağımı
Azap Osman bir çözüm bulmuştu. Çözümüydü bulduğu çözümsüzlük mü tam olarak bilmiyordu. Ama eli ayağı bağlı oturmakta istemiyordu. Hanımına çözümü anlattığında kadının gözleri doldu. İçine bir kor düşmüş gibi yüreği yandı. Yapacak çok şey olmadığını düşündü zavallı kadın.

Bağdaki üzüm teveklerinin çubukları ile hemen bir kazanın altını yaktı, su ısıttı. Bahçede oynayan kızı Ayşe’yi içeriye çağırdı. Sarıldı bağrına bastı. Sonra gel bakalım benim “kır güzelim sana banyo yaptırayım” dedi.

Kızını avlunun kenarında bulunan yıkandıkları yere götürdü. Kızına banyo yaptırıyordu. Saçlarını yıkarken saçları ile uzun uzun oynadı kızının. Suyu dökerken gözünden akan damlalar banyo suyunun içine karışıp gidiyordu.

Banyodan sonra annesi kızının ellerine kına yaktı. O gece Azap Osman’la hanımı kızlarını yatakta aralarına aldılar. Sarıldılar sarıldılar.  Kız uykuya daldı. Azap Osman ve Hanımını o gece uyku tutmadı. Ama hiç konuşmadılar sustular…

Ezan sesi köyün karanlığını bölerken Azap Osman Yatağından fırladı. Arkasından hanımı da kalktı. Sabah Namazından sonra kızlarını uyandırdılar. Annesi kızına en güzel elbiseleri giydirdi.
Kız- Anne sabah neden erken kaldırdın beni. Bunlar bayramlık elbiselerim neden giydiriyorsun bunları. Bayram mı yoksa bu gün.
Annesi sustu. Gözleri doluyor, sözler boğazına düğümleniyor, bir türlü konuşamıyordu. Kızını hazırladıktan sonra
– Haydi kır çiçeğim baban seni gezmelere götürecek. Git uslu uslu babanı dinle dedi.

Zavallı kız ne olup bittiğini farkında değildi. Babası ile gezmeye gitmenin mutluluğu ile annesinin yanağına bir öpücük kondurdu.

Azap Osman kızını alıp Halep yoluna düştüler. Gün ağarıyordu.

Azap Osman’ın Tüfekçi Yusuf’un dükkânına uğramasının üzerinden on beş gün geçmişti. Azap Osman yine belirdi dükkânın kapısında. Bu sefer yüzü gülüyordu. Bir tüfek bulmuştu. Elinde sıkı sıkı tutuyordu. Selam verdi hemen söze girdi.
– Yusuf usta tüfek dedim. Yok dedin. Ağam tüfeği buldum. Ama mermiye param yok. Mermi de senden olsun artık.
– Nerden buldun tüfeği?
– Boş ver. Uzun hikâye sen mermi verebilir misin onu söyle bana?
– Tamam mermi benden ama sen tüfeği nerden aldın onu söyle?

Azap Osman anlatmak istemiyordu. Tüfekçi Yusuf ısrar edince, tezgâhın önündeki tahta iskemleye oturdu. Oturmadı yığıldı aslında. Gözleri doldu önce. Sonra nemli gözlerle uzaklara daldı. Belli ki anlatacak çok şeyi vardı. Söze başlayacaktı ki boğazının kuruduğunu fark etti. Kısık sesle “suyun var mı” dedi. Tüfekçi Yusuf tezgahın altında duran bakraçtaki sudan bir tas doldurdu. Azap Osman yangın ateşin üzerine su döker gibi suyu bir nefeste indirdi boğazından aşağı. Boğazı ıslanmıştı biraz. Derin bir ah çekti sonra başladı anlatmaya.

– Yusuf ustam onbeş gün evvel sana gelmiştim. Hani tüfek almak için.
– Evet
–  Sen tüfek yok dedin. Başka yerden tüfek almaya paramda yoktu. Düşündüm taşındım.. İbrahim olmak için İsmail’i gerektiğinde kurban etmek gerekir. Her yanda şehrin evlatları şehit düşüyor. Elinden öper evde bir kızım vardı. Beş altı yaşlarında…  Anası akşam kınalar yaktı. Güzelce giyindirdi. Sabah erkenden Halep’e götürdüm. Halep’te çocuğu olmayan zengin bir aileye evlatlık olarak sattım. Halep’ten de çocuğun parası ile aha bu tüfeği aldım. Lakin mermiye param yetmedi. Durum budur. Hele şimdi de hele, mermi verecek misin bana?”
Tüfekçi Yusuf’un gözleri bulutlandı. Kalbinden kör kurşun yemiş asker gibi sendeledi. Dudağında kelimeler tükendi. İçeri girdi, zula da direniş çeteler için sakladığı mermilerden verdi.

Azap Osman kurşun gibi fırladı dükkândan. Şehrin sokaklarında mermi izlerinin bulunduğu evlerin duvarlarında öfkesinin sesi çarpıyordu.
– Dayan Antep, Yettim Karayılan, Şehitkamilin, Şahinbeyin hesabını sormadan ölmek yok, yok, yok…

Şehir yanıyor, imanlı gönüller direniyordu. Ayşe’sinin elinden sımsıkı tutmuş gibi sarıldı tüfeğine, bomba seslerinin çığlıklara karıştığı sokakların arasında kayboldu Azap Osman.

25 Aralık Gaziantep'in düşman işgalinden kurtuluş günüdür. Şimdi birilerine herhangi bir gün gibi gelebilir ama bu öyküyü okuduğunuzda herhangi bir gün olmadığını anlayacaksınız.

KINALI KIZ TÜFEĞİ

Bazı durumlar vardır ki şehitlikten daha fazla fedakârlık gerektirir. İşte okuyacağınız böyle bir trajedi, gerçek, yaşanmış öyküdür.

Azap Osman Antep Savunmasının kahraman yiğitlerinden birisi...
Gaziantep’te o günlerde şehirde kime dokunsan patlayacak bir barut gibiydi. Fransızlar Antep’i işgal etmiş; kadın, çocuk, yaşlı demeden Ermenilerin yardımı ile önüne geleni öldürüyorlardı. Sokaklarda patlama sesleri çığlıklara karışıyordu. Bir gün tüfekçi Yusuf’un dükkânına sinirden yumruklarını demir gibi sıkmış bir adam girdi. Ve derdini anlatmaya başladı. “Ağam adım Osman. Köylüler bana Azap Osman derler. Anlayacağın rençperim. Aynı zamanda da iyi avcıyım. Düşman çocuk, kadın demeden öldürüyor. Bana bir tüfek lazım. Elimde bir tüfeğim olsa attığım gâvuru indiririm aşağıya” diyordu. “Ama en başından söyleyeyim cebimde hiç param yok.”

Tüfekçi Yusuf karşısında dimdik duran adama uzun uzun baktı adeta boğazı düğümlenmişti. Ama ne yazık ki hiç tüfek yoktu elinde, olan tüfekler de direniş çetelerine dağıtılmıştı. Yeni tüfek bulmak da imkânsızdı. Daha Yusuf sözünü bitirmeden Osman dükkândan ayrılmıştı. İçinden söylene söylene yürüyordu. ‘’Düşman bomba yağdıracak, ben de ölümleri izleyeceğim ha… Olmaz olmaz mutlaka silah bulmalıyım.‘’ Eve gelmişti ve evde dört dönüyordu, mutlaka silah bulmalıydı ama satıp para edecek hiçbir eşyası da yoktu. Derdini karısına anlattı “Şehre bomba yağıyor mutlaka silah bulmayalım!”

Azap Osman bir çözüm bulmuştu. Ancak bulduğu çözüm müydü yoksa çözümsüzlük mü onu bilmiyordu. Hanımına çözümü anlattığında kadının gözleri doldu. Boğazı düğümlenmişti kadının ama başka bir çaresi yoktu. Hemen suyu ısıttı ve bahçede oynayan kızı Ayşe’yi çağırdı ve sımsıkı sarıldıktan sonra güzelce yıkadı. Kınalar yaktı… Gece kızını yanına aldı uyudu ve sabah en güzel elbiselerini giydirdikten sonra “hadi kızım baban seni biraz gezdirecek sakın babanın sözünden çıkma” dedi ve ikisini arkalarından ağlayarak uğurladı. Kadın konuşamıyordu, adeta hayat durmuştu o an kadın için..

Azap Osman’ın tüfekçi Yusuf’un yanına uğramasının üstünde tam 15 gün geçmişti ve yine uğradı. Ama bu sefer yüzü gülüyordu. “Yusuf usta silah dedim yok dedin. Ben silahı buldum ama mermi almaya param yetmedi, bari mermiler senden olsun” dedi.

Yusuf usta şaşırmıştı “Nereden buldun bu tüfeği?” dedi, “Uzun hikâye anlatırım” dedi Osman. Yusuf usta “Tamam mermiler benden ama tüfeği nerden bulduğunu anlatırsan. Sen anlat bakalım nerden buldun bu tüfeği?” Osman derin bir nefes aldı ve biraz da sıkılarak anlatmaya başladı.

“Baktım ki şehirde her yaşta çocuk öldürülüyor. Benimde elinden öper bir kızım var, annesi akşamdan yıkadı, kınalar yaktı, sabah da en güzel elbiselerini giydirdi ve evden çıktık. Beraber Halep’e gittik. Orada çocuğu olmayan zengin bir aileye evlatlık olarak verdim. Halep’ten de o parayla bu silahı aldım ama mermiye param yetmedi” dedi.
Yusuf ustanın o an gözleri doldu. Sanki o mermileri kendisi yemişti. Buğulu gözleriyle gitti içerden zulaya sakladığı mermilerden Osman’a verdi. Osman dükkândan silahına sarıldığı gibi çıktı, koştuğu yerde sarıldığı silah değildi adeta kızına sarılır gibi sımsıkı sarılıyordu…

İşte Gaziantep bu anlatılması güç kahramanlar sayesinde kurtuldu. Şehitliği göze almış kahramanlardan daha kahramandı Azap Osman…

Bu ve bunun gibi onlarca kahramanlık destanlarıyla düşmana teslim edilmedi Antep, daha fazla ne söylenebilir…

Bu öyküyü yıllar yılı bizzat babasının yaşlı gözlerle anlatımından bilen Tüfekçi Yusuf ustanın kızı, Şule Yıldırımdemir Tüfekçi, yıllar sonra yazdığı Kınalı Kız şiirinde şöyle anlatıyor:

KINALI KIZ
Anamın kucağından aldın…
Tut elimi gidiyoruz dedin…
Nasıl sevindim baba…
Daha dün anam,
Parmaklarımı tek tek öpüp,
Kına yakmıştı…
Kınalı ellerim ne güzeldi…
Sen görmedin…
Bir elinle beni tuttun…
Diğer elinle anamı savurdun…
Sahi, anam niye çok ağladı baba?
Ben yeni öğrendim yürümeyi…
Senin adımlarına yetişemem ki…
Ne olur biraz yavaşla…
Hem bak,
Ellerim kınalı baba…
Bütün evler arkamızda kaldı…
Belki, aha şu tepeye çıkarsak…
Oradan görürüm, çökmeye yüz tutmuş evimizi…
Nasılda yoruldum…
Bilsem konuşmayı,
Sana dönelim diyeceğim…
Anamı özledim, acıktım…..
Ama sen durmuyorsun ki baba…
Beni sırtına aldın,
Uyu kızım dedin…
Çok üşümüşüm…
Sen beni ısıttın baba…
Yüksek dağların ötesine geçtik…
Bir başka diyara geldik…
Beni öptün kokladın…
Geldik kızım dedin…
İşte yeni evin burası…
Bir tüfek parası berdelin olsun,
Kızım Antep’e kurban olsun….
Bıraktın ellerimi…
Kınalı ellerim ne güzeldi…
Sen görmedin baba…
Bilirim, sevgini koydun gittin bana…
Fakirliği onuruna yediremedin…
Herkes çabalarken, sen durup seyredemedin…
Anladım artık neden kınalı ellerim?
Bir haksız savaşa kurban oldum ama
Sen bir daha dönmedin baba…
Koca başlı dağların ardında,
Bırak bir kızın olsun…
Gözyaşlarım…
Berdel ettiğin tüfeğe kurşun olsun…
Bu dünyada haksızlık son bulsun…
Benim adımı Antep’li yüreğine sorsun…
Baba, hakkım sana helal olsun!..


EmoticonEmoticon