Duhan Suresi 10-12. ayetlerin mealleri:
"Göğün bütün insanları kuşatan belirgin bir dumana bürüneceği günü bekle. Bu acı veren bir azaptır. "Rabbimiz, üzerimizden azabı kaldır, bizler artık inanmaktayız." (diyecekler)."
Ayetlerin açıklaması:
O halde bekle gözle. İşte buradan inzar (uyarı) başlıyor, artık gözet. o gün ki sema apaçık bir duman ile gelecek insanları saracaktır.
DUHAN-I MÜBİN, aşikara, apaçık bir duman demektir. Bu duman hakkında iki tefsir rivayet olunmaktadır.
Birisi İbnü Mes'ud Hazretlerinden rivayet olunduğuna göre şiddetli açlık ve kıtlık seneleridir. Çünkü çok aç olan kimseye gerek gözlerinin zayıflığından ve gerek çok kuraklık ve kıtlık senelerinde havanın fenalığından sema (gökyüzü) dumanlı görünür.
Bir de Araplar, gelmesi çok kuvvetle muhtemel olan şerre "Duhan" derler. Nitekim "dumanlı hava" deyimini biz de kullanırız. Olay şudur: Kureyş Resulullah (s.a.v.)'e isyanda ileri gitmek isteyince aleyhlerine şöyle dua etti:
"Allah'ım! Mudar kabilesine karşı cezanı şiddetlendir ve onlara Yusuf'un seneleri gibi seneler göster." Yani, Yusuf'un seneleri gibi kıtlık seneleriyle sıkıntıya uğramalarını niyaz etti. Bunun üzerine onları bir kıtlık yakaladı, hatta cife, kemik, ilhiz yediler. Kişi yer ile gök arasını duman görüyordu. Söyleyenin sesini işitir dumandan kendisini görmezdi. Buyurulduğu gibi insanları sarmıştı.
Bu acı veren bir azab, diyorlardı. Ebu Süfyan bir kaç kişi ile Peygamber (asv)'e geldi. Allahuteâlâ'ya ve rahime (kan akrabalığına) and verdiler. Eğer dua eder de bu hali üzerlerinden savarsa iman edeceklerine söz verdiler. "Ya Rabbi bizden azabı gider, biz müminiz yani bu azabı giderirsen iman edeceğiz." demeleri de budur.
İkinci tefsirde ise Hz. Ali (ra)'den şöyle nakledilmiştir:
Kıyametten önce gökten gelecek bir dumandır. Kâfirlerin kulaklarına girecek ta ki her birinin başı püryan olmuş (sarhoş olmuş) başı dönecek, mümine de ondan zükam (nezle) gibi bir hal gelecek ve bütün yeryüzü içinde ocak yakılmış, fakat deliği yok bir eve dönecek.
Huzeyfe İbnü'l-Yeman'dan rivayet olunduğuna göre Resulullah (asv) buyurmuştur ki:
"Alametlerin ilki Duhan, ve Meryem oğlu İsâ'nın inmesi, Aden'in derinliklerinden çıkacak olan bir ateştir ki insanları mahşere sevk edecektir." Huzeyfe: "Ya Resulullah o duhan nedir" demiş, Resulullah, "O semanın açık bir duman ile geleceği günü ki insanları saracaktır." (Duhan,44/10,11) diye okuyup buyurmuştur ki, "Doğu ile batı arasını dolduracak, kırk gün kırk gece duracak, mümin zükam (nezle) gibi olacak, kâfire sarhoş gibi burnundan kulağından girip aşağısından çıkacak."
Fahruddin Râzî İbnü Abbas'tan meşhur kavlin bu olduğunu söyler. Gerçi "Duhan-ı mübîn" deyimi buna, sözün akışı da öncekine daha uygundur. Çünkü Resulullah (asv)'ın hayatında olduğunu üstü kapalı olarak hissettirmektedir. (bk. Elmalılı ve Taberi ilgili ayetlerin tefsiri.)
Kur’an’da kıyâmetin yaklaştığını haber veren âyetlerin olması, Müslümanlar arasında yakın bir gelecekte kıyâmetin kopacağı, öncesinde de kıyâmet alâmetlerinin zuhûr edeceği inancını doğurmuş, konuyla ilgili Hz. Peygamber’e nispet edilen rivâyetler de bu inancın pekişmesini sağlamıştır. Bunların gaybî rivâyetler olmaları nedeniyle de, bu konularda bağlayıcı yorum ve tahminlerde bulunulmaktan kaçınılmış, “duhân”ın zuhûruna inanılması gereken bir “kıyâmet alâmeti” olduğu belirtilmekle yetinilmiştir.[4]
Ancak bu konuda ortak bir kanaate de ulaşılamamıştır. Nitekim, “duhân” ile ilgili başlıca iki yorum mevcut olup, birinci yoruma göre âyette bahsedilen “duhân”, Hz. Peygamber’in duası sonucu gerçekleşen ve inkarcıları sıkıntıya sokan kıtlık ve kuraklıktır. Mekkeli müşriklerin kıtlık yıllarında, açlık ve bitkinlikten dolayı ufka baktıklarında her yeri dumanlı görmeleri sebebiyle bu şekilde bir yorum yapılmıştır.[5]
Diğer yorum ise, “kıyâmet alâmetleri”nden biri olduğuna inanılan “duhân”dır.[6] “Duhân”ın “kıyâmet alâmeti” olarak algılanmasına bazı rivâyetlerin büyük oranda etki ettiği düşünülmektedir. Örnek verecek olursak, kaynaklarda geçen şu rivâyet “duhân”ın nasıl “kıyâmet alâmeti” olarak görüldüğü hakkında bir fikir vermektedir. Huzeyfe b. el-Yemân’dan rivâyet olunduğuna göre, Hz. Peygamber şöyle buyurmuşlardır: “Kıyâmet alâmetlerinin ilki, “duhân”, Meryem oğlu Îsâ’nın inmesi ve (Yemen’in şehirlerinden) Aden taraflarından çıkacak bir ateştir ki, insanları mahşer yerine sevk edecektir.” Huzeyfe: “Ya Rasûlellah, bu ‘duhân’ nedir?” diye sormuş, Hz. Peygamber onun bu sorusuna karşılık olarak duhân sûresinin 10. âyetini okumuş ve: “(Bu duman) doğu ile batı arasını dolduracak; kırk gün kırk gece duracak; mü’min nezleye tutulmuş gibi olacak; kâfirler sarhoş gibi olacak; (bu duman) kâfirlerin burunları, kulakları ve arkalarından çıkacak” buyurmuşlardır.[7]
Günümüz tefsir araştırmacılarından Aydemir, senedinde problemler bulunan ve değişik tefsirlerde yer alan bu rivâyetin uydurulduğu ve Hz. Peygamber’e atfedildiğini ifâde etmektedir.[8] Özetle, tefsirlerde ve diğer bazı kaynaklarda yer alan ve “kıyâmet alâmetleri”nden bahseden rivâyetlerin sened ve metin yönünden tenkîde tâbi tutulmaları gerektiği anlaşılmaktadır. Zîra bu rivâyetlerin, Kur’an-ı Kerim’deki bir takım âyetlerin farklı yorumlanmasına neden olduğu görülmektedir.
Şöyle ki, bazı müfessirler âyetleri tefsir ederlerken bu rivâyetlerin etkisiyle “duhân”ı “kıyâmet alâmeti” olarak değerlendirebilmektedirler. Nitekim gerek meallerde ve gerekse tefsirlerde bu duruma rastlanılmaktadır. Oysa, “duhân”ın “kıyâmet alâmeti” olduğuna dair delil olarak ileri sürülen âyetlerde böyle bir husûsa işaret edilmediği anlaşılmaktadır. Duhân sûresinin ilgili âyetleri[9] dikkatli bir şekilde incelendiğinde hatasını anlamamakta ısrar eden bütün günahkarların, mâruz kaldıkları bir felâketin sıkıntılarından Allah’ın kendilerini kurtarmasını istemeleri, bu azap kısa bir süreliğine kaldırılınca da eski hallerine dönmeleri anlatılmaktadır. Dolayısıyla bu âyetlerde “kıyâmet alâmetleri”ne işaret eden açık ve sarih bir ifâde söz konusu değildir.[10] Zîra, “duhân” “kıyâmet alâmeti” olacak olsaydı, zuhûr ettiğinde ne günahkarların “azabı kaldır” demelerine imkan kalırdı, ne de “kısa bir süre azabı kaldırırız” cevabı uygun düşerdi.[11]
Beydâvî, (685/1216) ortada böyle bir teklifin ve cevabın bulunması nedeniyle, bunun ne kıyâmetin bir alâmeti, ne de kişinin kendi kıyâmeti olduğunu, çünkü böyle bir durumda artık teklifin ortadan kalkacağını ve îmânın geçerli olamayacağını ifâde etmiştir.[12] Dolayısıyla, burada bahsedilen “duhân” bir “kıyâmet alâmeti” değildir. Nitekim günümüz Kelam araştırmacılarından Çelebi de, âyette belirtilen “duhân”ın “kıyâmet alâmeti” olduğu neticesini doğuracak mesnedlerin bulunmadığı kanaatindedir.[13] Ateş ise: “Burada ne kıtlık yıllarına, ne de kıyâmet alâmetlerine işâret vardır. Bunlar sonradan âyetlere yakıştırılmıştır. Bu, Bedir savaşına işarettir” demiştir.[14] O, “duhân”ı gelecekte vukû bulacak bazı ilmî keşifler sonucunda insanlığı yok edecek çeşitli nükleer silahların ve bunların olumsuz etkilerinin bir işâreti olarak değerlendirmiştir.[15]
İbn Kuteybe “duhân”ın; insanı çok korkutan ve acizliğini hissettiren gökyüzünden gelecek çok büyük felâketler anlamına gelen mecâzî bir ifade olduğunu söylemekte ve bu görüşünü Arapların (الشر الغالب) “insanı çaresiz bırakan felaketler”i, “duhân” diye isimlendirmelerine dayandırmaktadır.[16] Bununla birlikte âyette belirtilen “duhân”ı, insanın hayatını sürdürebileceği en uygun ortam olan dünyadaki dengelerin bozulmasının bir işâreti olarak değerlendirenler de bulunmaktadır.[17]
Nitekim, bazı insanlar dünyanın hassas dengeleriyle oynarlar, yeryüzünde ve atmosferde, çevre ve hava kirliliği, nükleer savaş[18] ve nükleer santrallerin sebep olacağı radyoaktif kirlenmeler sonucu jeolojik ve ekolojik dengeyi altüst ederler, bütün insanlık âlemi de bu duruma çıkarları yahut korkuları nedeniyle ilgisiz ve seyirci kalırlarsa, büyük felaketlerin yaşanması, iklimlerin değişmesi, küresel ısınma ya da soğumaların olması, netice îtibârıyla da “kıyâmet-i vustâ”nın gerçekleşmesi yani; kitleler halinde insanların ölmesi söz konusu olabilir. Hayatta kalmayı başarabilenlerin acizliklerinin farkında olarak yapacakları dualarla her şeyin tekrar normale dönmesi uzun zaman almakla beraber mümkün olabilir. Zîra âyetler, Allah’ın buyruklarını umursamayan insanlığın kendi yapıp ettikleri negatif davranışlar sebebiyle, kendi elleriyle kendilerini tehlikeye atmalarının ve kendi kendilerine zulüm etmelerinin doğal bir sonucu olarak, böyle bir durumla karşı karşıya kalmalarının her zaman imkan dahilinde olduğuna işâret etmektedir.[19]
Aynı şekilde Yüce Allah insanları imtihan etmek maksadıyla bir takım gök cisimlerinin dünyaya çarpmalarına engel olmayabilir. Bu durumda gökyüzünden gelecek böyle büyük bir felaket sonucu çarpmanın şiddetiyle atmosferde yoğun bir duman tabakası meydana gelebilir ve doğal olarak pek çok insan hayatını kaybedebilir. Dolayısıyla âyette geçen “duhân”ı “küresel kıyâmet”in bir alâmeti değil, toplumsal yok oluşların yaşanacağının bir habercisi olarak değerlendirmek daha mantıklı ve isabetli olsa gerektir.
Dipnotlar:
[1] İBN MANZUR, XIII, 149-151; RÂGIB el-ISFAHÂNÎ, s. 240.
[2] Fussilet, 41/11; “Ve O, (sadece) duman halinde olan göklere şekil verdi; onlara ve arza, “ikinizde isteyerek yahut istemeden (varlık alanına) gelin!” diye buyurdu. İkisi birden: “Peki, boyun eğerek geliriz!” dediler.” Duhân, 44/10-16; “Öyleyse, gökyüzünde (Son Saat’in yaklaştığını) haber veren bir duman tabakasının belireceği günü bekle. Bütün insanlığı sarıp kuşatan (ve günahkarları) “Bu azap ne acı!” (diye feryad ettiren ve) “Ey Rabbimiz, bizi azaptan uzak tut, çünkü artık biz sana inanıyoruz!” (dedirten). (Ama) bu hatırlatma (Son Saat’te) onlara ne fayda sağlar ki? Çünkü onlara daha önce hakîkati apaçık ortaya koyan bir elçi gelmişti, ama yüz çevirip uzaklaşmışlar ve O (başkalarınca) öğretilmiş biridir, bir delidir!” demişlerdi. Biz (yine de) bu azabı kısa bir süre erteleyeceğiz, oysa siz (kendi saplantılarınıza) yeniden döneceksiniz: (ama) (bütün günahkarları) şiddetli bir hamle ile kuşatacağımız gün, (sizden de) intikamımızı mutlaka alacağız!”
[3] Tekvin, 19/28, s. 17; Çıkış, 19/28, s. 73; İşaya, 13/6-10, 13, s. 682; Matta, 24/30, s. 28. Ayrıca bkz. İşaya, 14/31, s. 684; Vahiy, 9/1-4, s. 264.
[4] YURDAGÜR, Metin, “Duhân”, DİA, IX, 547, İst., 1994.
[5] BUHÂRÎ, 10/Ezan, 128 (I, 194-195); 56/Cihad, 98 (III, 232-233); 65/Tefsîr, 3-9 (V, 171); 65/Tefsîr, 4-21 (V, 183-184); 65/Tefsîr, 12-4 (V, 217); 65/Tefsîr, 30-1 (VI, 19); 65,/Tefsîr, 44-2, 5, 6 (VI, 39-41); MÜSLİM, 9/İstiskâ, 2 (I, 612-614); 5/Mesâcid, 54 (I, 466-467); 50/Münâfikûn, 7 (III, 2155-2157); TİRMÎZÎ, 44/Tefsîr, 44 (V, 379-380); İBN HACER, Feth, VIII, 464-466; ŞEVKÂNÎ, Fethu’l-Kadir, IV, 571; ÇELEBİ, İlyas, İslâm’da İnanç Esasları, s. 284.
[6] MÜSLİM, 52/Fiten, 13 (III, 2226); EBÛ DÂVUD, 36/Melâhim, 12 (IV, 490-492); TİRMÎZÎ, 31/Fiten, 21 (IV, 478). Duhân”ın kıyâmet yaklaştığı anda gökten çıkacak bir duman olup, kıyâmetin alâmetlerinden birisini teşkil ettiğini ifâde eden pek çok âlim bulunmaktadır. Bkz. Zemahşerî, Keşşâf, III, 430-431; Fahreddin er-Râzî, Mefatîhu’l-Gayb, Beyrut, 1934, XXVII, 242; KURTÛBÎ, XVI, 130; İBN KESİR, III, 300-302; EBÛ UBEYDE MÂHİR b. SÂLİH, er-Risâle fi’l-Fiten ve’l-Melâhim ve Eşrâti’s-Sâa, Basım yeri yok. 1989, s. 161-163; ESED, Muhammed, s.1011,1012; YENİÇERİ, Celal, Uzay Âyetleri Tefsîri (İslâm Açısından Kainat ve İmkanları), Erkam Yay., İst., 1995, s. 327.
[7] TABERÎ, Câmiu’l-Beyân, Beyrut, 1995, 143-146; ZEMAHŞERÎ, Keşşâf, IV, 214-215; RÂZÎ, Mefâtihu’l Gayb, XXVII, 207-208. Râzî, bu rivâyeti aktarmış ancak katılmamıştır. KURTÛBÎ, XVI, 130-131; İBN KESİR, III, 301; YAZIR, VI, 4298; CANAN, İ., Kütüb-i Sitte, IV, 237. İbn Hacer, bu rivâyetin senedinin “zayıf” olduğunu belirtmektedir. Bkz. Fethu’l-Bârî, VIII, 465.
[8] AYDEMİR, Abdullah, Tefsirde İsrâiliyyât, s.309-310. Benzer rivâyetleri bir kıssacının halka anlattığı ve ona gösterilen tepki ile ilgili bilgi için bkz. MÜSLİM, 50/Münâfikûn, 7 (III, 2155-2156); TİRMÎZÎ, 44/Tefsir, 44 (V, 379-380). Bu konuda İbn Mes’ud’un gösterdiği tepkiyle ilgili bkz. BUHÂRÎ, 65/Tefsîr, 30 (VI, 19); İBN HACER, Feth, VIII, 465.
[9] Duhân, 44/10-16.
[10] RÂZÎ, XVII, Mefâtihu’l Gayb, 208.
[11] AHMED NÂİM, III, 278-279. Ayrıca bkz. BUHÂRÎ, 65/Tefsîr, 44-2, 5, 6 (VI, 39-41).
[12] KÂDI BEYDÂVÎ, Abdullah b. Ömer, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, (I-IV), Hakîkat Yay., İst., 1988-1991, IV, 216.
[13] ÇELEBİ, İlyas, Uzak ve Yakın Gelecek, s.149, 152. Çelebi, dünyanın sonunda kıyâmetin kopuş safhaları içinde “duhân” adı verilen bir alâmetin vukû bulmasını mümkün görmekle beraber bunun “kıyâmet alâmeti” olamayacağı kanaatindedir. Bkz. ÇELEBİ, İlyas, İslâm’da İnanç Esasları, s. 284.
[14] ATEŞ, S., Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsîri, VIII, 305-306; ATEŞ, S., Kur’an Ansiklopedisi, V, 337. Ateş, “duhân”ın müşriklere isâbet eden felaketler olduğunu söylemektedir.
[15] ATEŞ, S., Çağdaş Tefsîr, VIII, 306; Kur’an Ansiklopedisi, V, 338.
[16] RÂZÎ, Mefâtihu’l Gayb, XXVII, 207. Râzî de İbn Kuteybe’nin bu görüşüne katılmıştır.
[17] YURDAGÜR, Metin, “Duhân”, DİA, IX, 547, İst., 1994.
[18] ESED, Muhammed, s. 828-829, Rûm, 30/41, 39 no’lu dipnot. Bkz. O, bu bozulmayı şu şekilde açıklamaktadır: “Toprağın, havanın ve suyun, sanayi atıkları ve şehir çöpleri yüzünden dizginlenemeyen bir şekilde kirlenmesi; bitki örtüsü ve denizlerin artan bir şekilde zehirlenip yok olması; yaygın uyuşturucu ve görünürde “faydalı” ilaç kullanımı sebebiyle insanın kendi bedeninde ortaya çıkan her türlü genetik bozukluklar ve insanlara yararlı bir çok hayvan türünün giderek yok olması. Bütün bunlara, insanın sosyal hayatındaki hızlı bozulmayı ve çürümeyi, cinsel sapıklıkları, suçları ve şiddeti ve son aşamada nükleer dehşeti ilave edebiliriz. Bunların tümü; son tahlilde, insanın Allah’a ve mutlak mânevî/ahlakî değerlere karşı umursamazlığının ve bunun yerine, “maddî ilerleme” yi tek önemli hedef sayan inançlara tutsaklığının bir sonucudur.”
[19] Rûm, 30/41; Nisâ, 4/79; Şûrâ, 42/30; Zümer, 39/51. Ayrıca bkz. Bakara, 2/27; Âl-i İmrân, 3/117; Hûd, 11/33, 101; Tevbe, 9/70; Ra’d, 13/25; Nahl, 16/118; Mü’minûn, 23/71; Ankebût, 29/40; Rûm, 30/9-10; Yûnus, 10/44; Kasas, 28/77; Fussilet, 41/46; Zuhruf, 43/76; Fecr, 89/12-14.
EmoticonEmoticon