Kavimlerin Helakı (Sebe Kavmi Neden Helak Edildi)
Sebe' Kavmi
Nesep âlimlerine göre, Sebe'nin adı, Abdu'ş-Şems'dir. Abdu'ş-Şems, Yeş-cüb'ün oğludur. Yeşcüb, Ya'rub'un oğludur. Ya'rub da Kahtan'm oğludur. Kendisi İlk şarap satın alan arap olduğu için Abdu'ş-Şems'e Sebe' adı verilmiştir. Sebe' Yemen'de büyük bir şehrin ve orada yaşayan kavmin ismidir. Bu şehir, Nemi Sûresinde (27/23-44) kendisinden söz edilen kraliçe Bel-kıs'ın idare ettiği ülkenin başkenti idi. Kurucusu Sebe1 olduğu için, belde ve halkı onun adıyla anılmıştır. Güneşe tapan bu halk, Belkısı'm idaresinde Hz. Süleyman'a itaat ederek memleketlerini kurtarmış ve medeniyet alanında ilerlemişlerdir.[245]
Sebe1, Güney Arabistan'da yer alan ve halkı ticaretle tanınmış bir ülkeydi. Baş şehri de, Kuzey Yemen'İn merkezi SanVnın kuzeydoğusunda bulunan ve takriben 55 mil mesafede olan Ma'rib kenti idi. Main Krallığının yıkılışından sonra da, M.Ö.yaklaşık 1100 yıllarında güç kazandı ve bin yıl boyunca Arabistan'da hüküm sürdüler. Daha sonra MÖ. 115 yılında onların yerini Himyeriler aldı. Sebe'liler, bir taraftan Afrika kıyıları, Hindistan, uzak doğu ve Arabistan'ın iç kısımlarının dahi! olduğu yerlerde cereyan eden tüm ticari faaliyetleri, diğer taraftan Mısır, Suriye, Yunanistan ve Romanya'ya yönelik ticareti ellerinde tutuyorlardı. Ticaret ve alış verişin yanında ulaştıkları bu refahın başka bir sebebi de, ülkenin birçok yerinde barajlar İnşa etmiş ve sulama maksadıyla yağmur sularım toplamış olmalarıydı, Bu tesislerle ülkeyi gerçek bir bahçeye çevirmiş bulunuyorlardı. Yunan tarihçilerine göre o devirlerde dünyanın en zengin kimseleri bunlardı.[246]
Mevdûdi'nin belirttiğine göre, Sebe' büyük bir Güney Arabistan kavmiydi. Eski çağlarından beri bu Arap kavmi, bütün dünyaca bilinmekte ve M. Ö 2500 tarihli Ur kitabelerinde bu kavimden "Sebum" diye bahsedilmektedir. Bundan başka Babil ve Asur yazıtlarında ve Kitab-ı Mukaddes'te Sebe'îilerin zenginlikleriyle meşhur bir kavim olduğu belirtilmektedir.[247]
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, başlangıçta güneşe tapan bu halk, daha sonra kraliçelerinin, Hz. Süleyman zamanında imana gelmesinden (M.Ö. 965-926 ) sonra muhtemelen çoğu Müslüman oldu. Fakat zamanı tam tes-bit edilememektedir. Daha sonraki bir dönemde Allah'ı bırakıp tekrar tanrılara tapmaya başladılar."[248] Seyyid Kutub, Sebe'liierin verimli topraklara sahip oldukannı, günümüze kadar bunun izine rastlamanın mümkün olduğunu ve medeniyette ilerlemiş olduklarını ifade etmektedir. [249]
Sebe' Kavmine Sunulan Nimetler
Yemen'de dedelerinin ismiyle anılan bir kabile olan Sebe' halkına bir kadın hükümdarlık ediyordu. Bu kadının ismi Şerahil kızı Belkıs'tır. Babası yemen hükümdarı olup Belkıs'tan başka çocuğu yoktu.[250]
Belkis'a kralların ihtiyaç duyduğu mal, servet gibi her şey verilmiş bulunmaktaydı. Ayrıca büyük bir tahtı da vardı. Hatta tahtının altın ve gümüşten olduğu ve zümrüt, inci, yeşil ve kırmızı yakutlarla, kıymetli ve çeşitli mücevherle süslü olduğu söylenmiştir.[251]
Belkıs ve kavmi güneşe tapıyorlardı. Şeytan, kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş ve onları Allah'a secde etmekten ve doğru yoldan alıkoymuştu fbkz. Nemi, 27/23-25). Süleyman {a.s), ona "Rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla" başlayan ve kendisine itaat ederek Müslüman olmalarım isteyen bir mektup yollamıştı (bkz. Nemi, 27/30-31). Belkıs, ülkesinin ileri gelenleri ile bu durumu görüşmüş ve Süleyman (a.s) a elçiler göndermiş ve hediyeler sunmuştu. Süleyman (a.s), hediyeleri reddetmiş ve onun tahtının getirilmesini emretmiştir. Belkıs, Süleyman (a.s) in huzuruna gelince tahtı ona gösterilmiş, ilk anda gördüklerine inanamamış ve nihayet teslimiyetten başka çıkar yol olmadığım farketmiştir. Kur'ân'm ifadesiyle, Allah'tan başka taptığı şeyler ve dünya saltanatı onu Allah'a kulluk etmekten alıkoymuştu. Bütün bunlardan sonra "...Süleymanla beraber, âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum." diyerek Müslüman olmuştur.'[252]
Mevdûdi'nin beyanına göre, Belkıs ile birlikte onun kavminin çoğu Müslüman olmuştur.'[253] Belkıs'in ve kavminin Hz. Süleyman'ın risâletıne inanarak Müslüman olmaları ve Allah'a teslimiyet göstermeleri onlara Allab'm bir in'am ve ihsanıdır. Güneşe tapan bir toplumun Müslüman nl tevhide ermesi kadar büyük bir nimet tasavvur edilemez. Allah Teâl"' onlara lütfettiği en büyük nimet budur. Bu sebeple biz, Sebe' kavmine nulan nimetlerin başında "hidâyete erdirilme" nimetini zikrettik. Zira dü ya ve âhirette saadete ermenin temel unsuru budur. Diğer nimetler bu n' mete göre geçici ve tükenmeye mahkumdur.
Sebe' kavmine sunulan nimetieri ve oturdukları yerlerin bir ibret ma halli olduğunu Kur'ân-ı Kerim şöyle beyan etmektedir: "Andolsun, Sebe1 kavmi için oturduğu yerlerde büyük bir ibret vardı. Biri sağda, diğeri solda iki bahçe vardı. (Onlara:) Rabbinizin rızkından yeyin ve O'na şükredin İste güzel bir memleket ve çok bağışlayan bir Rab!"[254]
Seyyİd Kutub'un ifade ettiği gibi, kıssa, Sebe'lilerin içinde bulundukları nimet, bolluk ve refahı anlatmakla başlamaktadır. Onlara , bol bol nzık ve nimetler verilmiş ve güçleri yettiği kadar bu nimetlere karşılık şükretmeleri istenmiştir. Âyet-i Kerime'de sözü edilen sağlı sollu bahçeler, Sebe' kavminin sahip olduğu nimet, bereket ve müreffeh hayatın bir işaretidir. Dolayısıyla âyet-i kerime onlara, nimeti veren ulu Allah'ı hatırlatmakta, şükrederek Allah'ın verdiği rıziktan faydalanmaları emredilmektedir. "Rabbinizin verdiği rızıktan yeyin ve O'na şükredin" ilâhî mesajı ile nimeti unutmamaları hatırlatılmaktadır. Ayrıca güzel bir şehir ve nimetlere karşı şükürde kusurdan dolayı oluşan günahlardan vazgeçmek suretiyle bağışlanma nimeti zikredilmektedir. Yeryüzünde cömertçe verilmiş nimet ve saadet, gökte ise bağışlanma ve mağfiret tecelli ediyor.[255]
Maddi ve manevî nimetler yağmur gibi aynı anda üzerlerine boşanıyor. Maddi ve manevî nimetlerin birlikte lütfedilmesi saadet ve huzurun en üstün derecesidir. Sebe' halkı bu sebepten hakikî mün'ime şükretmeye ve O'na kulluğa davet ediliyor. "Onların meskenlerinde kendileri için bir âyet. bir ibret vardır" tabirinde, bu âyet, zikrolunan iki cennet zannedilin & Zemahşerî'nin belirttiği üzere yaİnız o değil, kıssalarının tamamıdır.[256]
Sebe1 halkı, Allah'a şükretmeleri gerekirken bundan yüz çevirdiler- Halbuki sağ ve soldan iki cennet, iki taraflı bağlar, bostanlar, halk dili ile lardi ki, "Rabbinizin rızkından yeyin de O'na şükredin" yani, bu ni değerini bilerek ona göre ibadet edin, çünkü beldenizi hoş bir belde>s derece şirin bir belde, Rabbiniz ise, bağışlaması çok bir Rabdir. Onun '> şükrünü bilin de iyi hizmet edin[257]
Bir beldenin tabiî güzelliklere sahip olması, her türlü ekim ve ziraata uvsun olması, ulaşım imkanlarının kolaylığı, ekonomik ve iktisadî yönden canlı]ıeı, iklim ve tabiat şartlan açısından yaşama elverişli olması, bağ, bahçe park ve yeşillikleriyle, akarsu ve ormanlarıyla kapiı olması, o belde halkına sunulan en Önemli nimetlerdendir. Senenin büyük bir kısmını, ağır kış şartları altında geçirme zorunluluğu olan bir şehir, bölge vb. halkının sosyal şartları ile, yılın büyük bir kısmımmn ekime, dikime ve maişet teminine müsait olduğu bir belde halkının hayat şartları arasında çok büyük farklar vardır. Sebe' kavminin yaşadığı bölgenin hoş ve iatif olduğunu Allah Te-âlâ Kur'ân'ında belirtmektedir. Hoş beldeyi hazırlayan ve onların hizmetine sunan yüce yaratıcıya boyun eğmek, ve O'na şükretmek onların en önemli vazifesidir.
Allah Teâlâ, onların yurdu ile, içlerini bereketli kıldığı kasabalar arasında birçok şehirler meydana getirmiştir. Sebe1 halkının yaşadığı hoş beldeye münasip, uyumlu, emniyetli, güvenli şehirlerin oluşturulması da ayrıca onlar için bir nimettir. Bir ülkenin sınır komşularının güvenilir olması, can, mal ve namus emniyeti açısından bunlarla her türlü tecavüze karşı dost ve kardeşçe bir siyasetin izlenmesi, önemli bir husustur. Böyle bir emniyete sahip bir ülke, her sahada kalkmabüir ve üstün medeniyetler kurabilir. Aksine böyle bir güvenceye sahip olmayan bir ülke, başını gerek iç ve gerekse dış fitne ve anarşiden, tecavüzden, terör ve tehlikelerden kurtaramaz. Bir ülkenin iç ve dış tehditlerle uğraşması, her türlü gelişme ve kalkınmasının önünde büyük bir engel teşkil eder. Bugünkü dünya konjonktürüne bakarak Avrupa devletlerinin her sahada kalkınması ve gelişmesini, sınır, yani komşu ve sınır güvenliğine ve iç huzurlarına bağlayabiliriz.
Aşağıda sunacağımız âyet, Sebe' halkının böyle bir güvence içinde yaşadığına , dost ve kardeş şehirlerle sırt sırta bir emniyet yumağı oluşturduğuna işaret etmektedir.
Onların yurdu ile, içlerini bereketlendirdiğimiz memleketler arasında, Kolayca görünen nice kasabalar var ettik ve bunlar arasında yürümeyi konaklara ayırdık. Oralarda geceleri, gündüzleri korkusuzca gezin dolaşın de-•k- [258] Elmalı'lmm belirttiğine göre, bereketli kasabalardan maksat, Şam •yandır. "Görünen nice kasabalar" tabirini Katade, sırt sırta bitişik diye sır etmiştir. Allah Teâlâ, o kasabalarda yolculuğu belirli miktar üzere ter-P ve tanzim etmiştir. Her bir yolcu için birer istasyon ve merhale halinde idi. Bir kasabadan çıkan kişi azık taşımadan, açıkta yatmadan ve tehlik görmeden diğerine gidebilirdi.[259]
O sırt sırta inşa edilmiş kasabalar içinde geceleri ve gündüzleri emniyet ve asayiş iie gezip dolaşmak mümkündü. Âyetten anlaşıldığına göre, yalmz Sebe' değil, Yemen'den Şam'a kadar Arabistan baştan başa baymdtr Malde idi. Elmalı'İınm dediği gibi bu çok dikkat çekici bir olaydır.[260]
Sebe'liler yolculuğa çıktıklarında, bir kasabada geceler, değerinde de kaylûle (öğle) uykusuna yatarlardı. Kendi ülkelerinden Şam'a kadar herhangi bir azık taşımaya ihtiyaç duymazlardı. Bir kasabadan diğerine kadar olan yolculuğun müddeti yarım gündü. Bir insan, yol korkusu, su ve azığı olmamasından dolayı yolculuğunda acele eder, yoİ azığı ve emniyet bulunduğu takdirde, nefsine meşakkat yüklemez, aksine istediği yerde konaklardı. Bu âyette Allah Teâlâ, onların üzerindeki nimetleri saymaktadır. Katade'nin belirttiğine göre, korkmadan, acıkmadan ve susuzluk çekmeden emniyet içinde dört aylık bir yolculuk yapabiliyorlardı.[261]
Seyyid Kutııb'un beyanına göre, sefere çıkan bir kişi, bir kasabadan diğerine karanlık basmadan gidebiliyordu. Sefer durakları mahdut ve yollar, yolcular için rahat ve emniyetli idi. Konaklama yerlerinin ve yoldaki istasyonların birbirlerine yakm olmasından dolayı, yolculuk oldukça rahattı.[262]
Selef ve halef âlimlerinden birçok tefsirci ile diğer âlimlerin anlattıklarına göre, iki dağ arasından akıp gelen suları toplaya" Me'rib barajı vardı. Çok eski zamanlarda oraların insanları, İki dağ arasında çok sağlam bir sed (baraj) yapmışlardı. Böylece sular toplanarak o iki dağın tepelerine varıncaya kadar yükselmişti. Baraj çevresine bahçeler, bostanlar, hoşa giden meyve ağaçları dikmiş ve birçok ekin ekmişlerdi. Bu barajın inşaatını Sebe1 b. Ya'rûb başlatmış ve yetmiş vadinin suyunu oraya bağlamıştı. Baraj inşaatı, Sebe' b. Ya'rub'un ölümünden sonra kral Himyer tarafından tamamlanmıştır. Barajın otuz çıkış ağzı vardı.[263]
İbn Kesir'in anlattığına göre Sebe' halkı, imrenilecek bir haldeydi. Bolluk ve refah içinde, güzel günler geciriyorlardı. Ağaçları, meyveleri, ekinleri bol ve birbirlerine bitişik kasabalarda ve emin yerlerde hayat sürüyorlardı. Konakladıkları her yerde su ve meyve buluyorlardı. Yemen'den Şam'a kadar birbirlerine bitişik kasabalarda, emniyet içinde yolculuk yapabiliyorlardı. Katade'nin de içinde bulunduğu birçok selef âlimlerinin anlattıklarına göre, başına zembil koyup yürüyen bir kadın, ağaçlardan düşen olgun mefveçokluğundan dolayı kısa sürede hiçbir külfete ve toplamaya ihtiyaç duymaksızın, zembili meyvelerle kendiliğinden dolardı. Havası hoş ve çevresi güzel olduğundan, oralarda pire ve insana eziyet veren haşereier yoktu.[264]
Sebe' halkı, zenginliğini iki şeye borçluydu: Birincisi tarım, İkincisi ise ticaret. Tarımlarım, daha önceden Babil hariç hiçbir yerde bilinmeyen bir sulama sistemi ile geliştirmişlerdi. Ülkelerinde doğal akarsular yoktu. Yağmurlu mevsimlerde tepecikler arasına inşa ettikleri setler sayesinde küçük gölcüklerde su toplanır ve ülkenin her tarafına yapılan bu gölcüklerden topraklarına su taşımak için kanallar inşa ederlerdi. Bu Kur'ân'da da değinildiği gibi, bütün ülkeyi verimli bir bahçe haline getirmişti. Allah, Sebe'li-lere ticaretle ilgili olarak da yararlanabilecekleri çok avantajlı bir coğrafî mekan ihsan etmişti. Bin yıldan fazla doğu ile batı arasındaki ticaret araçlarını tekellerinde tuttular. Bir taraftan limanlarına Çin'den ipek, Endonezya ve Malabar'dan baharatlar, Hindistan'dan dokuma ürünleri, Güney Afrika'dan maymunlar, deve kuşu tüyleri, fil dişi geliyor, diğer taraftan bu mallar daha sonra Roma ve Yunanistan'a nakledilmek üzere Mısırlı ve Suriyeli tacirlere satıyorlardı. Deniz ticareti, bin yıldan fazla Sebe'liler'in kontrolünde kaldı. Sebe'liler ticaret mallarını Ürdün ve Mısır limanlarına götürüyorlardı.[265]
Mevdûdî'nin ifade ettiğine göre, bir zamanlar Yunanlılar ve Romalılar bu kavmin efsanevi zenginliğini duyup kıskanırlardı. Sebe'liler, altın ve gümüş kaplar kullanırlardı. Evlerin tavanları ve kapıları bile fil dişi, altın, gümüş ve değerli taşlarla süslüydü. Romanın ve İran'ın bütün zenginlikleri, Sebe'lilerin ellerine akıyordu. Tarihte ilk defa Sebe'liler bir gökdelen inşa etmişlerdir. Sonra da bir tepe üzerine inşa edilen ve "Gumdan Kalesi" denilen bu gökdelenin Arap tarihçilerine göre yirmi katı vardı. Her kat 36 fit yüksekliğe sahipti. Sebe'liler, Allah'ın kendilerine bol bol ihsan ettiği nimetler sayesinde refah, huzur ve eğlence içinde yaşıyorlardı.[266]
Sebe'lilerin emniyet ve güven içinde olmaları, onlara sunulan en önemli bir nimetti. Güven, emniyet ve huzur başlı başına birer nimettir. Güvenin, emniyetin ve huzurun olmadığı bir yerde hiçbir ilerleme sağlanamaz. Eğitim ve öğretim faaliyetleri sağlıklı ve çağın gelişmesine paralel bir seyir izleyemez. İnsanlar, canından, malından ve namusundan emin olmadıkları bir toplumda, insanca yaşayamazlar. Her sahada ilerleme kaydetmek güven ve huzur ortamına bağlıdır. Anarşi, fitne ve terörle boğuşan hangi mili teknolojik sahada ilerlemiş ve bilim sahasında varlığım kanıtlamıştır? R sebepledir ki, emniyet ve huzur nimeti hayatî bir Önem kazanmaktadır K, saca diyebiliriz kî, Sebeİiler, Kur'ân'ın beyanı ile önemli bir nimeti elde et miş ve buna bağlı oiarak huzurlu ve mutlu dönemler yaşamışlar ve medeniyetler kurmuşlardır. İşte Kur'an'da onlara sunulan bu nimetler hatırlatılarak ibret ve öğüt alınması, ders çıkartılması istenmekte ve böyle bir nimete eren herkes şükre davet edilmektedir. [267]
Sebe' Kavminin Nankörlük Etmeleri
Yukarıda belirttiğimiz gibi, Sebe' halkı, bereketli ve verimli topraklarda mutlu bir hayat geçiriyordu. Yaşadıkları beldenin hoş ve emniyetli olması yanında, bu beldeye komşu olan kasabalarda güven içindeydi. Bir ülkenin kendi içindeki güvenliğine ilave olarak, güvenilir komşulara sahip olması, o ülkenin genel asayişi açısından da önemlidir. Hatta bu durum, o ülkenin dünya kamu oyunda söz sahibi olmasında da önemli bir vesiledir. Nüfuslarının az, yüzölçümlerinin ise küçük bir şehir büyüklüğünde olan fakat iç ve dış komşuları cihetİyle güvenliğe ve huzura sahip olan ülkeleri buna örnek gösterebiliriz. îşte Sebe' halkının çeşit çeşit nimetlerin yanında böyle bir şansa da sahip olduklarını Kur'ân bize haber vermektedir. Yemen'den Şam'a kadar emniyetle yolculuk yapabilecek güvene sahip idiler. Korkmadan, endişe etmeden, yanlarında herhangi bir yiyecek taşımaya gerek duymadan sırt sırta bitişik olan şehirler arasında yolculuk etmek elbette bir medeniyetin, huzur ve güvenin eseridir. Sebe'lilerin ellerinde böyle bir imkan da bulunmaktaydı. Bütün bunlara rağmen, yolculuklarının arasının uzaklaştırılmasını, zorluk ve yorgunlukla yolculuk etmeyi arzu ettiler. Sahip oldukları hayrın, rahatın, huzur ve sükûnun şerle, kötülükle, zorluk ve meşakkatle değiştirilmesini istediler. Bu sebeple Sebe' halkı, emin ve güvenli yolculuktan mahrum bırakıldılar.
Kur'ân-ı Kerim, onların bu nankörlüklerini, kadir bilmezliklerini ve menfi tavırlarını şöyle açıklamaktadır: "Bunun üzerine: Ey Rabbimiz! Aralarında yolculuk yaptığımız şehirlerin arasını uzaklaştır, dediler ve kendilerine yazık ettiler. Biz de onları ibret kıssaları haline getirdik ve onları büsbütün parçaladık. Şüphesiz bunda, çok sabreden ve çok şükreden herkes için ibretler vardır." (Sebe', 34/19)
Allah, onların yurdu ile, içleri bereketli kılınan memleketler arasında, olayca görünen birçok kasaba var etmiş ve ayrıca onların arasında gecele gündüzleri korkusuzca gezip dolaşılan bir yol emniyeti yaratmıştır. Buna rağmen onlar, zorluğa, meşakkate talip olmuşlar, böyle bir nimeti elinin tersi ile itmişlerdir. Nimete şükredecekleri yerde, nankörlük ederek kendilerine zulüm etmişler, şımararak ve küstahça yukarıda arz ettiğimiz duayı yapmışlardır.
Sebe'liler haktan yüz çevirmişler, Ailah'i inkar edip peygamberlerini yalanlamışlardır (bkz. Sebe', 34/16). Taberî'nin belirttiğine göre, Allah, onlara on üç peygamber göndermiş, ama onlar peygamberleri yalanlamışlar ve nimete şükretmekten kaçınmışlardır. Bunun üzerine Allah onlara Arim selini göndermiş ve kendilerine ihsan ettiği nimetleri ellerinden çekip almaştır.[268]
Sebe' Sûresi 17. âyette geçen "keferû" kelimesi, imanın zıddı olan küfür manasında değildir. Küfrân-ı nimet, yani nimete karşı yapılan nankörlük anlamındadır. Onlara cezanın veriliş nedeni, şükürden kaçınmaları ve nimetin kıymetini bilmemelerinden dolayıdır.[269]
Sebe'liîer, kendilerine verilen nimetlerin değerini anlamadılar. Daha değerli olan nimet yerine, daha değersiz olan nimeti istediler. Bu şehirlerin bayındır, emniyetli ve müreffeh olmasından rahatsızlık duydular. Onların ortadan kaldırılıp aralarına uzun mesafelerin, sahraların girmesini istediler. Elmalılı'nm işaret ettiği gibi, nefislerine haksızlık ettiler, kendilerine yazık ettiler. Çünkü belalarını aradılar. Allah da kendilerini efsanelere, masallara konu eyledi. Ciddî bir süvari, iki aydan fazla bayındır yer ve kasabalardan gider ve dört aylık mesafeden ahali bir diğerinden ateş alabilirdi.[270]
Sebe' Sûresinde, Sebe'lilere dair haberin, Hz. Süleyman'ın kıssasından sonra gelmesi, Süleyman (a.s) la Sebe' kraliçesi Belkıs arasındaki hadiselerden sonra meydana gelmiş olmasındandır. Onlar, Nemi Sûresinde anlatılan kraliçe Belkıs zamanında büyük bir saltanat içinde bulunuyorlardı (bkz. Nemi, 27/23-24). Bu sûrede geçen hadiseler, kraliçenin islam'a girmesinden sonradır ve burada Allah'ın nimetlerine karşı şükretmeyip nankörlük etmeleri neticesinde, Sebe'liîerin maruz kaldığı musibetler açıklanmaktadır (bkz. Seyyid Kutub, a.g.e., V, 2900 ).
Verimli ve yemyeşil bahçeler içinde huzurlu ve rahat bir hayat sürdüren Sebe' halkı, bereketli ve mübarek memleketler arasındaki medeni ve içtimaî alakalarını da devam ettiriyorlardı. Sebe'lilerin bulunduğu belde, o sırada mamur ve verimli kılınmış bulunan Arabistan'daki Mekke ve Şam diyar, da bulunan Kudüs ile irtibat halindeydi. Tanı anlamıyla içte ve dışta hP güvence içinde ve hem de itibar sahibi idiler. Fakat daha sonraları, nimet refahın şımartması neticesinde taşkınlık gösterdiler. Nimetleri veren Allah Teâlâ'ya kulluk etmekten yüz çevirdiler. Bunca nimete karşılık nankörlük edenlerin durumunu ve uğradıkları ceza ve musibetleri Allah, insanların Jb ret ve öğüt almaları için zikretmiştir.
Sebe'lilerin maddî nimetlerin yanında, rahatlık, huzur ve emniyet gibi nimetlerden de usandıkları görülmektedir. "Ey Rabbimiz! Aralarında yolculuk yaptığımız şehirlerin arasını uzaklaştır" şeklinde yaptıkları dualar onların ne derece nankör, iyilik bilmez ve hatır tanımaz insanlar olduklarını ortaya koymaktadır. Allah, onların bu tavrım ve şükürsüzlüklerini haber vererek, gelecek nesillerin aynı hataya düşmemeleri için hatırlatmada ve uyanda bulunmaktadır. Ayrıca onların başına gelen sıkıntı ve musibetin bu yüzden olduğuna da işaret etmektedir. Hatta Aliah, onların başına gelenleri nesilden nesile anlatılmak üzere ibretli kıssalar haline getirmiştir. Öyle ki bu haberler, dilden dile, kavimden kavime aktarılarak devam etmiş ve edecektir. [271]
[245] Bkz. îbn Kesir, a.g.e., VI, 493; Şevkânî, a.g.e., IV, 398; Elmalıh, a.g.e., VI, 3956, Özek, Ali ve Arkadaşları, a.g.e., Sebc', 15. âyetin izahı.
[246] Bkz. Mevdûdi, a.g.e., IV, 105
[247] Bkz. Mevdûdi, a.g.e., IV, 521
[248] Seyyid Kutub, a.g.e., V, 290
[249] Kerim Buladı, Kur’an’da Nankörlük Kavramı, Pınar Yayınları: 360-361.
[250] Bkz. Beydâvi, a.g.e., IV, 514; Nesefi, a.g.e., IV, 524; Hâzin, a.g.e., IV, 515; Elmalıh, a.g.e., VI, 137
[251] Beydâvî, a.g.e., IV, 515: Nesefi, a.g.e., IV, 515; Hâzin, a.g.e., IV, 515
[252] Geniş bilgi için bkz. Kur'ân-ı Kerim, Nemi, 27/ 23-44
[253] Mevdûdî, a.g.e., IV, 521
[254] Kur'ân-ı Kerim, Sebe', 34/15
[255] Bkz. Seyyid Kutub, a.g.e., V, 2900-2901
[256] Zemahşerî, Keşşaf, IIÎ, 575
[257] Bkz. Elmalıh, a.g.e., VI, 359
[258] Kur'ân-ı Kerim, Sebe', 34/18
[259] Elmahlı, a.g.e., VI, 3958
[260] Bkz. Elmahlı, a.g.e., VI, 3958
[261] Bkz. Şevkânî, a.g.e., IV, 401-402
[262] Seyyid Kutub, a.g.e., V, 2901
[263] îbn Kesir, El-Bidâye ve'n-Nihâye, çev. Mehmet Keskin, ist., 1994, II, 264-265
[264] İbn Kesir, Tefsir, VI, 494,496; EI-Bidâye, II, 265
[265] Bkz. Mevdûdî, a.g.e., IV, 523
[266] Bkz. Mevdûdî, a.g.e., IV, 524
[267] Kerim Buladı, Kur’an’da Nankörlük Kavramı, Pınar Yayınları: 361-366.
[268] Bkz. Taberî, a.g.e., c. X, ez. XXII, 54; Şevkânî, a.g.e., TV, 400; Elmah'h, a.g:e., VI, 3950
[269] Bkz. Elmahh, a.g.e., VI, 3958; Şevkânİ, a.g.e., IV, 401; Seyyid Kutub, a.g.e., V, 2901
[270] Bkz. Elmahh, a.g.e., VI, 3958-3959
[271] Kerim Buladı, Kur’an’da Nankörlük Kavramı, Pınar Yayınları: 366-368.